Söylencelere göre Anka kuşu, otuz kuşun özelliğini taşıdığı ve otuz renge büründüğü için simurg-sireng diye anılır. Yeşil renginden ötürü de Zümrüd-ü Anka, denir.
Bilgi ağacının tepesinde yaşayan Anka’ya, tüm kuşlar bilmediklerini sorarlar ve işlerini onun verdiği öğütlere göre yaparlarmış. Bu bilge kuş, öleceğini hissettiğinde, yuvasını kendi gayretiyle dışa kapatır, ölümü beklermiş. Güneş etrafı aydınlatıp ısıtınca yuvasında tutuşur, küllerinden yine doğarmış.
Kuşlar, bir gün, bir şey danışmak istediklerinde, liderlerinin yok olduğunu fark ederler ve endişelenirler. Aramaları sırasında bir tüyünü bulurlar. Hepsi, Anka’larına kavuşmak için çetin bir yolculuğa çıkarlar. Kendi yaratılışlarına göre amaçları olan bu hayvanların, geçmesi gereken yollar, aşmaları gereken sarp dağlar vardır.
Feridüddin Attar, Mantıku’t Tayr kitabında, aşamaları olan nefis terbiyesini, insanın ruhsal yolculuğunu, simgesel olarak anlatır. Nefs, Aşk, Cehalet, İstisna, Tevhit, Hayret, Yokluk Vadileri geçilecek sonra Kaf dağındaki Anka’ya kavuşulacaktır. Kuşların pek çoğu, güç yollara dayanamazlar, geri dönerler. Bülbül, güle olan aşkını hatırlayıp geri dönmüş. Kartal, yükseklerdeki evini özlemiş. Papağan güzelliğinin bu yollarda gideceğinden korkmuş ve daha daha niceleri… Binbir bahaneyle Anka’yı bulmaktan vazgeçmişler. Bilmek, aramak ve bulmak herkesin harcı değilmiş, er kişilerin harcıymış. Zümrüd-ü Anka olmak, gayrılığın ve aynılığın tek noktada buluşmasıymış. Kesretten, Vahdete yürüme. Birlik denizinin sularında yıkanan, aynalarında Hak’tan gayrısını görememiş. Ne yana baksalar Vechullah.
Mevlâna Hazretleri, Anka’yı; yuvası Kaf Dağı olan bir kuş olarak simgeler. Bu dağın anlaşılması için insanın, kendinin nasıl halk edildiğini bilmesi gerekir. İnsan, denilen kitabın satırları arasındaki gerçeği, Öz’ü, hakikatı arayanlar, bulanlar Ankalaşan kişilerdir. Kendilerindeki Gizli Hazineyi idrak etmişlerdir.
Her ne arıyorsan kendinde ara. Senin içinde bir can var, o canı ara.
Senin dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara.
Eğer yürüyen denizi arıyorsan, o, senden dışarıda değil, kendi nefsinde ara. (Hz. Mevlâna)
Kişilerin, Anka’lık hâli, nefsin terbiye olmuş ilâhi yanıdır. Kendimizi aradığımız iç yolculuğumuzda amaç, sûkun bulmaktır. İstek kuşlarımızın, her bir esmamızın, özelliğini idrak edip onu yaşayabilmemiz, aynalarımızın sırrına sahip çıkıp, görenin ve görülenin aynılığını fark edebilmemiz, birimsel nefislerimizi sâkinleştirir. Tüm azaları, kalbi, aklı mesken edinen Hâlikimiz, yeni iman, ikan libasları giydirir. “Rahman, arşa istiva etti” ayeti tecelli bulur. Rahmanın kulları, Simurg olduğunun idrakinde, yeniden doğarlar. İki kere doğmak ve iki kere ölmek, tecelli eder ve bu kutlu kul makamları, ruhun ölümsüzlüğünü yaşarlar.
Tur’da, Rabb tecellisiyle paramparça olan dağ, bâtında, Musa a.s kendi nefsinin beden duvarlarının yıkılışı ve yeniden doğumuydu. İbrahim a.s yakmayan, nura dönen ateş; “serin ol,” emrini duyan alevler, zamanının Zümrüd-ü Ankası, Tevhidin babasının doğuşu; ateşin küle, külün güle tebdiliydi. Efendimiz Muhammed a.s miraçta, aklın, “yanarım” dediği Cebrail makamından “Yanarsam, ben yanarım” ruh makamına geçişidir. Her peygamberin miracı, her velinin Arif-i Billahlığı, onun Simurg olma yolundaki seyri ve Kendi Kaf dağını un ufak edip, yeniden doğmasıdır. Madde bedenin kutrundan çıkıp, mânâ bedene geçmek; nârdan, Nur’a yürüyüşün serencamıdır.
Bahaeddin Ögel, Anka’nın, Allah’ın zuhuru, esmalarının görünen hâli olduğunu söyler. İdrakleri açık olan gönül sahipleri, bir ömre yayılan nefis terbiyesiyle ruhsal yetkinliğe, erginliğe ulaştırılırlar. Dünya çilehanesindeki vadileri aşıp Hakikate erdirilirler. Ölmeden evvel ölme zevkini tadan sultanlardır Bu kişiler. “Mü’min, Mü’minin aynasıdır” tecelli edince “Tek” sırrıyla âgâh olurlar. Kesret, vahdete dönüşmüştür. Fenâ’dan, Beka’ya, Aşk sırrıyla, Rabbü’l Âlemin olan Allah’ın Cemâline gark olmuşlar, Ankay-i lâmekan’nın mekansız âlemlerinden, renksizliğin tüm renklerini yansıtırlar
Hem ateşim hem pervane,
Aşkın etrafında döner dururum.
Akıl, Aşk’a kesti yanarım.
Kendi yangınlarımdan gene doğarım.
Ben Zümrüd-ü Anka’yım Mecnuncasına,
Leylasında yitip gitmiş sırrım Ben,
Kanatlarım yandı, gözlerim tutuştu,
Nâr oldum.
Parende’yim, Şamlarda, akşamlardayım.
Yuregine kalemine saglik ablam.