Yunus, hayretini ve hayranlığını daima canlı tutmanın peşindedir. Zira her dem yeni olmak ve bilmeye, kavramaya ve anlamaya talip olmak ancak bu durumda mümkün olabilir. Dolayısıyla hayret edebilmek ve hayran olabilmek için de fark etmek, tefrik etmek, kavramak ve anlamak merhalelerini yaşamak gerekir. Bu yüzden insanoğlunun bütün karşılaşmaları, uyanık bir zihin ve gönül için, bir fırsat ve bir kaynaktır. Diğer bir insanla karşılaşma, tabiat ve onun bütün formları, oluşları ve süreçleri ile karşılaşmak gören bir göz için ibretliktir. Zira tabiatta ve zuhuratta abes yoktur. Yeter ki mükevvenatın hikmeti tefekkür edilsin ve idrak edilmek için hayret elden bırakılmasın!
İnsanoğlu mükevvenat yani oluş ve onun ardındaki yasayı, işleyişi ve düzeni merak eden ve kavramaya çalışan bir varlıktır. Böylece insan, evrenin ve oluşun şahidi, anlamı ve anlamlandırıcısı konumuna yükselir. Zira o, sadece olan biteni pasif bir seyirci gibi izleyen değil, inisiyatif alan, irade beyan eden, verili olanla yetinmeyip onun ardını merak eden bir varlık potansiyeline sahiptir. İşte Yunus, bu potansiyeli harekete geçirmek için insanoğlunu uyarmaya ve uyandırmaya çalışır.
Bilinçlenmek ve uyanmak için uyku ve uyanıklığın farkında olmak gerekir. Bu ise bir özbilinç durumudur. O yüzden insanoğlunu kendini bilmeye davet eder. Kendini bilmek için bütün insanî yetilerin işletilmesi; duyum, algı, düşünce, hafıza ve muhayyilenin dayanışma içinde çalıştırılması gerekir. Bu bakış tarzı, evrende ve mükevvenatta abes görmediği gibi insanda da abes görmez.
Tehî görmen kimseyi, hîç kimesne boş değil
Eksiklik ile nazar, erenlere hoş değil.
Tanık olmak, şâhid-i mânâ olmak için, insanın abes görmeden, abesle iştigal etmeden menzile yönelmesi gerekir.
Yunus’da bilmek, bilmeye çalışmak, hayret etmek, hayran olabilmek hepsi aziz bir insanî vasıf ve erdemdir. Fakat bilmek sadece dış gözlemci tavrı ile olayları seyretmek veya sebep sonuç ilişkileri kurmakla yetinmek değildir. Bilmek, olmak için bir merhaledir. Bir menzil değil bir duraktır. Aklî ilimler bu yolun vazgeçilmez duraklarıdır fakat nihayeti veya son menzili değildir. O yüzden Yunus, asıl bilinecek olanın insanın kendisi olduğunu, kendini bilmenin ilmi tamamlayacak olan irfan olduğunu hatırlatır ve müjdeler.
İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir.
İlim akılla ilgili ise irfan gönülle ilgilidir. Akıl, temelde dünya ile ilişkimizi ve iletişimimizi tanzim ederken, gönül ve irfan bilgisi, insanı metafizik sonsuzluğa açar. Fizik üstü ve ötesi bir tecrübe yaşatır. Duyular, varlığı kesret içinde ve dağınık olarak insana bildirir. Bu kesret ve dağınıklık içerisinde akıl, düzenleyici bir ilke olarak, ilişkiler ve bağlantılar tespit eder. Varlık nizamını kavramaya çalışır. Sebep-sonuç ilişkileri kurarak insanı kaos ve kesretten, düzene ve yasaya doğru yöneltir. Yani akıl, insanı, bilen bir varlık olarak hayata hazırlar. Fakat insan, sadece hayatını idame ettirmekle yetinebilecek bir varlık değildir. İnsan, hamurunda sevgi ve rahmet olan, seven, sevilen, aşkla bağlanan bir gönül varlığıdır. Bu varlık, artık sadece bilen bir varlık olmak bakımından ele alınamaz ve bilen varlık olmak amaç değil araç halini almaktadır. Zira yukarıda da temas edildiği gibi, bilmek, olmak için bir hareket noktasıdır. Bilerek oluşabilir insan. Öyleyse oluşu bilmek, oluşabilmek için bir başlangıçtır. Oluşabilmek birlemekle mümkündür. Akıl ve gönül; madde ve mana; ruh ve beden hatta dünya ve ukba!