Prof. Dr. Annemarie Schimmel’in bize dair en önemli eserlerinden birinin adıdır bu. Schimmel, Türkiye’ye geldiğinde uzunca bir süre dağ taş demez, yolculukların bütün zahmetlerini göze alır ve yollara düşer. Gayesi Yunus Emre ile adı anılan yerlerde ona dair izler, işaretler bulmak, hatıralar dinlemek, Yunus Emre ve Anadolu münasebetinin sırlarını keşfetmeye çalışmaktır. Sonunda ortaya böyle bir eser çıkar. Senail Özkan dostumuzun nefis tercümesi ile dilimize kazandırılan bu eser, Yunus Emre ile ilgili en önemli kitaplardan biridir bence. Ama bu yazıda gayem bu eseri bütün yönleriyle tanıtmak değil. Sadece varlığına işaret etmek ve kendi hikâyemizi anlatırken bir atıfta bulunmaktır. İnşallah bir yazımızı da ona ayırırız.
Son aylarda epeyce Yunus Emre programına katıldım. Bunlardan biri de Kazakistan’ın Almatı şehrindeydi. Bunu Konya takip etti. Daha pek çok yer var. Gittiğim hemen her yerde açık yahut üstü örtük şu sorunun cevabı aranıyor. Neden güncel anlamda konuşulması gereken onca isim ve konu varken Yunus Emre’de ısrar ediyoruz? Bu sorunun en önemli cevabı şudur: Yunus Emre, bize dinimizi ana dilimizle anlattı. Bu sebeple onun dini anlama ve anlatma biçimini öğrenmeye çok ihtiyacımız var. Zira, onun anlatım biçiminde din, sadece ferdi bir duruma tekabül etmez. Hangi çağda yaşıyor olursak olalım Yunus Emre’nin söyledikleri o çağı anlamamıza ve problemler karşısında nasıl bir yol takip edeceğimize de imkân vermektedir.
Yunus Emre, bu anlam ve anlama sürecinde dikkatimizi öncelikle kendimizi tanıma konusuna çeviriyor. Bunun elbette “Nefsini tanıyan Rabbini tanır” hadisiyle doğrudan alakası var. Bütün çağların olduğu gibi bu çağın da en önemli problemi bu. Hız ve haz çağı bizi kendimizden ve dolaysıyla Allah’tan uzaklaştırıyor. Bu ise felaketimizin başlangıcını oluşturuyor. Onun hikmetli bilgiye sahip bir sufi-şair olarak nazmettiği Risalet’ün Nusshiyye adlı mesnevisi tam da bu meseleyi ele alıyor. Yaratılış hikâyemizden başlayarak insan nedir, kimdir, nasıl yaratılmıştır gibi temel sorularımıza cevap veriyor. Daha da önemlisi niçin yaratıldığımız sorusuna verdiği cevaptır.
Kanaatim odur ki işin esasını bu soruya verdiğimiz cevap teşkil ediyor. Savaş, adaletsizlik, gelir dağılımı eşitsizliği, çevre sorunları…. Aklımıza bunlardan hangisi gelirse gelsin bu temel sorunun cevabı doğru verilmezse hiçbir sorunun çözümü mümkün olmaz. Bu yüzden Yunus Emre, o derin insan kavrayışıyla önce kendi inanç coğrafyasında sonra bütün dünyada iyi tanınmalıdır. İşte bu tür bir gerçekliğe inandığımız için Anadolu yollarında seferler eyleyip nasibimizce onu konuşmaya gayret ediyoruz.
En son Konya’dayız demiştik. Bu yüzden aynı durum Mevlana için de böyledir. Tamam her iki büyüğümüze de sevgi ve saygı duyuluyor. Ama bu sevgi ve saygı onları zihni ve kalbi dünyamıza dâhil etmek şeklinde gerçekleşmezse söylenen hiçbir söz, yapılan hiçbir iş onların mürşid olarak telkin ettikleri doğrulara göre yapılamıyor. Böyle olunca da bu sevgiyi onların adlarını mağazalara, okullara, caddelere vererek ifade ettiğimiz düşünmeye başlıyoruz. Bir ziyarette tanık olmuştum. Evde duvarda asılı bir ney, vitrinde semazen heykelleri, duvarda bir Mevlana görseli vardı ama bir Mesnevi yoktu. Bu durum Yunus Emre için de böyledir. Sonuçta birini “Gel….gel…”, diğerini “Sevelim…sevilelim” ifadesine indirgedik. Fakat eserlerini yeterince okunur hale getiremedik.
Bu noktada o eserlerle buluşmamızda aramızda engeller var denebilir. Buna katılmak elbette mümkün. İşte anlatmak istediğim tam da bu. Bu engelleri nasıl aşacağız. Mevlana “Yeni şeyler söylemek lazım”, Yunus Emre “her dem yeni dirlikteyiz” derken bizim de bu anlama konusunda yeni sözler, yöntemler bulmamızı da ifade etmiş oluyorlar aslında. Buna kafa yormak gerekiyor ve gerek Mevlana ve gerekse Yunus anlatımlarını klişe haline getirilmiş sözlerle değil eser merkezli olarak yapmak gerekiyor. O zaman gördüğümüz şu olur. Dünyada iyi ve kötü olmanın sebepleri dün ne ise bu günde aynıdır. Çözümler de öyle… Değişen öz değil görünüştür. Öyleyse derdimizin ilacını bizi iyi tanıyan doktorlarımızda ve bize verdikleri reçetelerde bulabiliriz. Gerisi biz kalmış. Derdinin farkında olanlar elbette derman için de gayret göstereceklerdir.