Allah nuruyla daimdir.
Bilinmekliğini dilemesi üzerine âlemleri yaratan varlığın aslı, nurdur. Bu nur âlemlerin ötesinde, dünya üzerinde dahi var olmayan saflığın ışığındandır. Bu ışık hayalden oluşagelen âlemin içinden yansıyan bir nüzul gibi gözükse dahi ondan ayrı ve ondan çok çok ötedir. Burada asl’ol’an mânâdır. Ve bu mânâyı bir yerlerden alıp bir yerlere bağlamak mânâyı basitleştirmektedir.
Zatıyla nur olan varlığın bir hayaliyle nüzula gelen âlem, yine o âlem üzerinde Allah’ın nurunu taşıyan insanların hayalinden aşikâr olmaktadır. Bu aşikâr oluş şüphesiz ki bir elçi vasıtasıyla meydana gelir. Tıpkı Hz. Muhammed’e (s.a.v) gönderilen Cebrail aleyhisselam gibi… Saf nurun yansıması melekler aracılığıyla gerçekleşmekte ve o melekler hayalin dahi algılayamayacağı bir varlığı içinde taşımaktadır.
Melekten mânâ iki kanatlı bir suret değil, saf nurun şekil almış halidir. Veyahut bir elçi yine sureta görünebilir. O iç varlığındaki Allah nurunun ışığıyla bütünleşen insan, hayalini artık onun varlığından yansıtır ki bu duruma tasavvufta ‘tecelli’ adı verilmektedir. Bu tecelli, kişinin düşüncelerinden aşikar olsa dahi bir noktada hakikat temelinde evrensele bağlanır ve bu evrenselliği ile bütün olanın ve tek gerçekliğin mânâsına bürünür.
Tecelli de husüle gelen görüntüler, Hakk varlığının zatından meydana gelmekle birlikte bu dünya ile temsili olarak bağlantılıdır. Görünen renkler veya suretler elbetteki bu âlemin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak ve ancak bu yansıma gerçekliğin sadece ve sadece bir noktası olabilir ki dünya üzerindeki ışık ile Hakk varlığından yansıyan tecellideki nur birbirinin aynı değildir.
İnsanoğlunun yansıyanı hakikate dahil etmesi hayal âleminin bu dünya ile sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. O yüce nurun ve hayalden doğan hakiki gerçekliğin bu âlemdeki yansıyan ile arasında ‘mânâ’ farkı vardır.
“Âlemde her ne var ise örneği var Adem’de.” söylemi aslında yansımanın zahiri boyutundan bahsederek hakikate doğru uzanmaktadır. Âlemde her ne varsa örneği elbetteki Adem’de bulunmaktadır. Burada ayırıcı unsur mânâdır.
Zahirde görünen yeşil ise mânâda görülen nurdur. Yine zahirde görünen bir kuş ise batında görünen o kuştan yansıyan mânâdır. O halde zahirin de hakikati vardır. Hakk varlığı zahirden görünenle hakiki mânâsına kavuşmaktadır. Bu mânâ zahirden yansıyanı hayale bezeyip Rabb varlığına doğru bir yolculuğa çıkarmaktadır.