Biz kimiz, neyiz, neden bu dünyadayız, nereye gideceğiz, nerede yaşıyoruz, nasıl bir yerel ve evrensel kimliğimiz olmalı şeklindeki sorular gerek fert gerekse millet olarak bizim doğru cevaplar bulmamız gereken en temel sorularımızdır. Varlığımız bu sorulara vereceğimiz cevaplara göre şekillenir ve mana kazanır. İman ve akıl sahibi olmak, kendimizi şahsiyetli bir şekilde konumlandırmak ve tarif edebilmek ancak böyle mümkün olabilir.
İnsanoğlunun inanç ve düşünce tarihi bu sorulara göre inşa ediliyor. Soru sormayı ve ona uygun cevap vermeyi başaramayanlar, bunu başaranların tesir alanında hayat sürüyorlar. Güçlü ve zayıf ülkeler ayrımı bile bu sorularla yakından ilişkili. Bu meselenin çok geniş olduğunu elbette biliyoruz. Bu yüzden sınırlı bir yazıda hepsi üzerinde fikir beyan etmek elbette zor. Ama şimdilik birisi üzerinde durabiliriz. O da yerlilik ve millilik meselesi.
Bu konuya temasımızın güncel bir sebebi de var. 12-13 Nisan tarihlerinde Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde bu başlık etrafında bir bilgi şöleni düzenlendi. İslamcılık, yerlilik, millilik, solculuk meselesi etrafında tebliğler sunuldu. Şüphesiz bu mesele haber bültenlerinde Çin’deki devrilen tır, Hollanda’da çıkan yangın, çatıdan düşen kedi haberi kadar bile yer almayacak ama konunun ilgilileri için oldukça hayati bir öneme sahip. Bu yüzden böyle bir kısa yazıyla da olsa ilgililerini haberdar etmek istedik.
Söylenenler özetle şöyle: Dünya yeniden şekilleniyor, sınırlar yeniden çiziliyor. Anlayışlar hızla değişiyor. Böyle bir süreçte kadim Türk-İslam medeniyetinin inşa edildiği kendi coğrafyamızda biz ne yapacağız yahut yapmalıyız? Temel soru budur. Şüphesiz bu konuda da düşünceler farklı olacaktır. Eğer bunlar ayrıştırıcı bir dil kullanmadan ifade edilirse farklılıklar ne olursa olsun söylenenler önemli olacaktır. Buna göre Türk olmak, Müslüman olmak, modernlik, batılılaşma, felsefe, tasavvuf, kültür, sanat, ahlak, şarkiyatçılık vb. gibi kavramların enine boyuna ele alınması gerekmektedir. Çünkü kendimizi kendi ülkemizde ve dünyada konumlandırırken bu kavramlar etrafındaki anlayışımız bizim yol haritamızı da belirlememizi sağlayacaktır.
Biz, şiirde yerlilik gibi bir konu etrafında konuştuk ama bu özel konu geneli de içine alıyor aslında. Zira medeniyetler sanat telakkileri ile özgünlük kazanırlar. Bu noktada kısaca şöyle demek istedik. Tarihimiz Orta Asya’da başladı. Arap ve Fars kültür coğrafyalarından geçtik. Sonunda ebedi yurt olarak Anadolu’da karar kıldık. Burada Anadolu Selçuklu ve Osmanlı adlarıyla iki büyük devlet kurduk. Devlet inşası medeniyet, kültür, sanat inşasını da beraberinde getirdi. Bu birikim ve gelenek, bugüne dair sorulara cevap vermede de en önemli imkânımızdır.
Fakat önemli bir sorunumuz var. Bize ait olanla sahici bir bağ kuramıyoruz. Kurmaya çalıştığımız bağı yine batılı kavramlara göre kurmaya çalışıyoruz. Kendi medeniyetimizi inşa etmeyi bir gaye hale getirmek yerine hâlâ “Çağdaş uygarlık seviyesi”ne çıkmaktan söz ediyoruz. Bu bir handikaptır. Elbette doğunun da batının da tecrübeleri, bilgi birikim
önemlidir ve onlara ilgisiz kalamayız. Ama durduğumuz bir merkezi nokta yoksa gideceğimiz bir yer de olmayacaktır. Meselenin doğasında bu vardır.
İşte biz bu meselenin hem şiirde hem diğer konularda Türklükle İslamiyet’in bizi Anadolu’da var kılan değerlerini esas alarak kendi medeniyet inşamızda yerli ve milli olmanın önemini belirtiyoruz. Bu ne dar anlamda bir milliyetçilik ne de şekli anlamda bir dindarlıktır. Bu merkezden yani kendimizden hareketle bütün dünyaya ve insanlığa uzanmaktır. Özellikle tasavvuf tecrübesi bizi hem dar milliyetçilikten hem de bağnaz dindarlıktan koruyan bir anlayış olmuştur. Evet, tasavvuf diyoruz bir kere daha. Menfi örnekleri, çarpık yorumları bir yana bırakarak suyun kaynağına indiğimizde yol açılacak, önümüz aydınlanacaktır. Bu sebeple yerlilik ve milliliği de bu kavram çerçevesinde anlamak ve tanımlamak gerekiyor.