Yerel yönetimler demokrasinin olmazsa olmaz mercileridir.
Bu kapsamda büyükşehir belediyeleri, il ve ilçe belediyeleri halkın doğrudan söz hakkı olduğu yönetimi doğrudan belirlediği teşkilatlardır.
Haliyle halk bu konuda kendine hizmet eden, yakın olan, samimi ve içtenlikle muamele eden kimse ona bakıyor.
Tabi bu konuda partilerinde hassas davranması gerekiyor ki belirledikleri adaylar halkın isteyeceği ve halka yakın olan isimler olsun. Ancak ne yazık ki bu belirlemeler pek de bu hassasiyeti merkeze alınarak yapılmıyor. Kim başkana daha yakınsa kim başkana yakın olanlara yakınsa kim PR çalışmasını iyi yönetiyorsa ona bakılıyor maalesef… Halk ve teşkilat nezdinde göstermelik de olsa kamuoyu yoklamaları yapılsa da yapılan yoklamalar baştan anlaşmalı yapılıyor ve parti yönetimi hangi ismi istiyorsa o çıkıyor. Yerel yönetimler için bu durum sadece söz konusu değil, partilerin il ve ilçe teşkilatları için de olan bu!
Sonra ne oluyor peki?
Eğer halk belirlenen adayı tasvip etmiyorsa başka bir adaya yöneliyor ya da partisinden vazgeçmeyerek istemese de o adaya oy veriyor.
Peki son dönemlerde neler oluyor?
Partiler belirledikleri adayları ya istifaya çağırıyor ya da o adaylar yolsuzluk ve usulsüzlük gibi suçlardan bağlı oldukları İçişleri bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırılıyor.
Ak Parti kendi belediyelerini denetime alarak iş yapmayanları, hizmete yönelmeyenleri ve daha açıklanmayan ardındaki nedenlerden dolayı istifaya çağırdı başta büyükşehirler olmak üzere birçok belediyeden istifalar geldi.
İster istemez soruyorsunuz: İstifa eden isimler yıllardır kaç dönem başkanlık yapan isimler, madem bir eksiklik gördün neden aday olarak belirledin ve halkın önüne çıkardın?
Eğer hizmette eksiklik yoksa parti içinde bir çekişme söz konusuysa bu halkın demokratik tercihlerine müdahale etmektir ki bu demokrasiyi aşağı çekmek olur, bundan dolayı başkanların istifasını şeffaf bir nedenle neden halka açıklanmaz?
Buna karşılık CHP’nin bazı iddiaları oldu ki bazı Ak Partili belediyelerin FETÖ ile bağlantısı olduğu ve FETÖ ile bağlantılı işletmelerle iş yapıldığı söylendi.
Eğer ki istifa eden başkanların böyle bir bağlantısı varsa neden aday olarak gösterildi? Bağlantısı yoksa bile belediyelerde hala daha FETÖ teröristleri bulunduruluyorsa neden buna izin verildi?
İddialara bir an evvel karşılık verilmesi şarttır!
Gelelim CHP’ye…
İçişleri Bakanlığı tarafından CHP’nin iki belediye başkanı görevden uzaklaştırıldı.
Her ikisinin de yolsuzluk, usulsüzlük, sahtekarlık, FETÖ ile bağlantılı olduğu yönünde emareler olduğu gerekçeler arasında yer alıyor.
Buna karşılık en son Beşiktaş Belediye Başkanı ile ilgili geçmişte CHP vekillerinin dahil olmak üzere bazı suçlara karıştığı iddia ediliyor.
Bu başkana Kılıçdaroğlu sahip çıktığı için doğru düzgün bir denetim sağlanamadığı ve parti içinde disiplin suçu verilmedi ortaya çıkıyor.
Nitekim Şişli Belediyesi hakkında da yıllardır yolsuzluk yapıldığı iddiaları var.
Neden CHP buna müdahale etmekte aciz kalıyor?
Ak Parti hakkında raporlar düzenlerken önce dönüp kendi belediyeleri hakkında raporlar düzenleseler ya!
Kendi belediyeleri yolsuzluk ve usulsüzlükten geçilmiyor, bir çok ithamlara maruz kalınıyor ama bunlar aklanacağına sahip çıkılarak üstü kapatılıyor.
Bu da halka yönelik bir ihanet değil midir?
Bu başkan adayları CHP’nin seçildiği bölgelerde ceketimi assam kazanırım mantığıyla hareket ettikleri için de bir türlü hizmet yapılmıyor.
Hal böyle olunca halkın nasıl yanında olunuyor?
Her iki parti de bir an evvel demokratik ve hukuki çerçevede hareket etmeli ve belirledikleri adaylar dahil 2018’de belirleyecekleri adayları halkın talebi ve hizmet edecek olan isimleri seçmeli ki millete önem verdikleri, demokrasi ve hukuktan yana oldukları açıkça görülsün!
Sonra yok istifa et yok görevden uzaklaştırılma gibi rahatsız edici durumlarla karşılaşmayalım ki partilere güvenimiz sarsılmasın.
Bu bir olur, iki olur! Ama fazla olmaya başlarsa o zaman siz işinizin ehli değilsiniz demektir. Bunun faturası da seçimlerde sandıklara yansır.
Bu konudaki eleştiriler partiler tarafından dikkate alınmalı ki partilerin olumlu yönde gelişimleri sağlanabilinsin.
Ama masaya yumruk vurmakla, kapı dışarı atmakla, eleştireni karalamakla zirveye yerleşeceğinizi ya da orda kalacağınızı zannediyorsanız bu hayalden ibarettir.
Eleştireye kulak vermeyen baskıcı diktalığa doğru evrilir ki bu da demokratik rejimlerde kabul edilesi olmadığı gibi Türk-İslam ekolünde zerrece yeri yoktur.
Türklüğe ve İslamiyet’e uygun bir yönetim tarzı ve üslubu benimseyerek hem bizim yaradılışımıza hem de gelenek ve göreneklerimize uygun yaşayış tarzımızla bağdaşan bir yolda ilerlemiş oluruz ki bu da bizi şaha kaldırır.
Başka türlü devşirme anlayış ve sonradan takviye edilmiş yöntemler bizim bedenimize uygun durmaz. Yıllarca bizi bir ufak bedene sığdırmak için uğraştırlar hem boşa zaman kaybettik hem de potansiyelimizden bir haber çile çektik.
Bir an evvel Türk-İslam çizgimize geri dönmeli ve liderlik ekseninde istişare ve demokratik bazda millete hizmet odaklı Hakk için hakkaniyet ve adalet, doğruluk erdemleriyle kuşanan mücadele usulünün egemen olduğu yönetim sistemimizi benimsemeliyiz.
Bu usül ne Araplarda vardır ne de Batı’da! Bu yönetim sadece Müslüman Türk devletlerinde vardır!