İslam bize yaşama sanatı sunar. Bu sanatın inceliklerine ulaşabilmek ve gündelik hayatı bir sanata dönüştürebilmek ise tasavvuf ile mümkün olur. Tasavvuf, Kur’an ve sünnetin tadına vararak yaşamaktır. Şüphesiz amaç hayatın tadına varmak değildir. Nihai gaye, dünya hayatının zorlu bir imtihan olduğu bilinci ile Yaradan’a kul olabilmektir. Zaten İslam’ın kelime anlamlarından biri de teslimiyettir. Bu anlamı ile İslam; Allah’a teslim olma, O’nun emirlerine uyup, yasaklarından kaçınma demektir.
Bu yol öyle bir yoldur ki yolcu, menzile varması mümkün olmayan topal karınca bile olmaya razıdır. Neden böyledir? Derin bir hikaye… Gönül ehli “Tadan bilir!” demiş. Aşık Veysel’in dediği ‘uzun ince bir yol’dur: Asıl vatanına ulaşmak arzusunda olan yolcu bazen ne halde olduğunu bile bilmez. Gece gündüz gider. Uykuda bile yol alır. Kah güler kah ağlar. Menzile yetişmek için yola devam eder…
Her yolcu kendine özgüdür, biriciktir, ferttir; yollar ise sonsuzdur. Ama tüm yollar özünde tektir. Bu yüzden yolcu düşe kalka, ama kalbinin derinliklerindeki aşk ve huzurla gündüz gece giderken, diğer yolcunun halinden çok iyi anlar. Hoşgörü, muhabbet, maddi ve manevi paylaşım adeta kendiliğinden oluşur. Onlar dünya imtihanında, amacı sınıf geçmekten ibaret olan, sınav stresi ile stres yaratan öğrenci olmayı değil; öğretmene mahçup olmaktan sakınan, aşk ile öğrenmeye çalışan ve şevkle paylaşmayı seven öğrenci olmayı seçmişlerdir.
Tasavvuf ‘düşünce-duygu-davranış iç içeliği’nde hikmetlerin tadına vararak yaşamaktır. Aralarına aşk katılmamış olan bilgi ve davranış katılaşır, Can görünmez olur. Din, cennet-cehennem hesabına indirgenir ve hakikatini kaybetmiş katı kurallar çerçevesi olarak algılanır hale gelir.
Şüphesiz insan ve toplum söz konusu olduğunda her genel açıklamanın/ilkenin istisnaları vardır. Bir genel açıklamaya herkesi mahkum etmek pozitivist anlayışın yansımasıdır sadece. Eğer hayatı tek renge boyamak ya da kendi kabımıza sığdırmak yanlışına düşmek istemiyorsak aşırı genellemeden kaçınmak ve istisnaları görmek zorundayız. Tasavvufi eğilimi olmayanlar, hatta tasavvufa karşı olanlar arasında İslam’ın tadına varanlar olduğu gibi, tasavvuf ile hemhal olduğu halde bilginin kabuğunda kalanlar da vardır. İstisnalar bağlama göre, görece az veya çok olabilir. Büyük resmi aşırı genelleme yapmadan tüm renkleri ile görmeye çalışmalıyız.
Doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü karmaşasından ibaret bir çelişki ve gerilim yumağı görünümündeki hayatın kabuğundan hayatın özüne doğru giden yola başlamak lütfuna mazhar olanlar, attığı ilk adımlarında fark ederler bu sanatın güzelliğini. Bu lütfa mazhar olmanın batındaki sırrını bilemeyiz. Bilebildiğimiz formül, ‘kalbin onayladığı bilgiyi amele dönüştürmek niyeti ve gayreti’dir. Doğru bilgiyi öğrenmek ve bu bilgiyi duygu-düşünce birliği içinde davranışlarda yaşatmak… Amel esastır. Davranışlarla hayata geçirilmeyen çok bilgi yerine hayata geçirilen az bilgi tercih edilmiştir. Bilgi-amel bağıntısının bir başka hikmeti daha vardır. Hz. Muhammed “Bildiklerinizle amel ediniz, bilmedikleriniz size öğretilir” diyerek bir başka hazinenin anahtarını vermiş oluyor.
Ana yurduna ulaşmaya çalışan garip yolcu bilgiyi, duygu-düşünce-davranış iç içeliğinde aşk ile yaşamaya çalışır. Sözgelimi, “Allah için affedeni Allah da affeder” söylemi sadece bir bilgidir. Eğer bize şöyle veya böyle zarar vermiş kişileri düşünce-duygu birliği içinde affedebiliyorsak ve onun adı geçtiğinde, sırasında hissettiğimiz olumsuz duygulara rağmen ‘selamet dileyebiliyorsak’ formülü uygulamışız demektir. Duygu ile düşünce arasında bir gerilim ya da çelişki kalmamıştır. Bilgi hem düşünce hem de duygu tarafından onaylanmıştır. Aklım ile duygularım aynı şeyi söylediğinde içimde huzur güneşi doğar. Güneş beraberinde aydınlığı ve bereketi getirir.
“Allah’ı hoşnut etmeye bak” diyor Geylani Hazretleri. Allah’ın yap dediklerini yapmaya ve yapma dediklerinden de sakınmaya çalışarak yaşamak, sanatın ta kendisidir zaten. Hamdolsun ki Sevgili Peygamberimiz gibi emsalsiz bir örnek modele sahibiz. Lütuflar bitmiyor. Yaşayan kültürün çekirdeği irfan kültürümüzü oluşturan ve bizlere miras bırakan bildiğimiz ve bilmediğimiz sayısız gönül ehli de bu topraklara yaşamış bir zamanlar.
Zamanımızda ise bizler tanısak da tanımasak da bu topraklarda halen gönlü Allah sevgisi ile dolu Kur’an ve sünneti kendisine rehber edinmiş sayısız insan yaşıyor. Üstelik inci taneleri gibi her yere saçılmışlar. Cinsiyet, eğitim, meslek, gelir, etnisite, mezhep, yöre, siyasi görüş, yaşam biçimi, giyim tarzı vb. farklılıklar gözlerimize perde olmamalı. Çokluktaki birlik bu insanlarla oluyor. Bu bizlerin kusursuz insanlar olduğumuz anlamına gelmez. Yeter ki kusursuzluğun ve mükemmelliğin bir tek Allah’a mahsus olduğu bilinci ile kendi hatalarımız ve kusurlarımızın farkında olmaya ve onları düzeltmeye çalışalım; karşımızdakilerden de kusursuzluk beklemeyelim. Gönüller Allah için sevmeyi bilsin yeter.
Bilelim ki, gittiğimiz her yerde biz tanımasak da mutlaka ve mutlaka, gönlü Allah sevgisi ile çarpan en az biri vardır. Rabbim dilerse bizleri zahirde de tanış kılar. Olağanüstü dinamik ahenge uyuyorsa tanışırız. Bu yüzden bu vatanın kıyamete kadar hür kalacağına inanıyoruz.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
Kaleminize yüreğinize canınıza sağlık Sayın Hocam.