Bir akıl medeniyeti kurmaya çalışanların kurbanıdır bugünkü gençliğin hali. Aklın mekanikliğini ön planda tutanların işidir bunca yaşanan çılgınlığın sebebi.
Akılsız bir toplum yaratmaktan daha kötüdür gönülsüz bir toplum yaratmak… Akıl, yaşam iç güdüsünü her şeyin üzerinde tutar ve yaşamın rahatlığını kendine yol edinir. Hayatta kalma iç güdüsü kuvvetlendikçe yaşamın değerlerinden uzaklaşmaya başlar insanoğlu. Genetiğine işlenen ve yaratılışından bu yana ölümsüzlük arzusuyla yanıp kavrulan insanoğlunu gönle bağlayan tek bir şey vardır. O da “ölümden sonraki hayat”. Milyonlarca tasavvuru bulunan ölümden sonraki hayat ölümlü hayatın ölümsüzlüğünü ifade eder insanlık için. Din olgusu işte tam da bu noktada hayatımıza girer ki insanlığa sonsuzluğun rahatı için bu hayatın cefasını, merhametini ve vicdanını nasıl kullanabileceğini öğretir.
Toplumdan din olgusunu uzaklaştırdığınızda ise içinden çıkılamayacak, geri dönüşü olmayan ciddi derece sorunlarla karşılaşılır. Bu sorunlar insanlığın vicdanını yavaş yavaş öldürerek cani bir toplum yaratır. Bu toplum meydana çıkarken temeli sadece ve sadece akla dayandırılan ve hiçbir şekilde duygulara yer vermeyen yönetim şekillerinden yararlanılır. Tamamiyle maddesel bir düzende oluşturulmuş yönetim biçimlerinin meydana çıkarmış olduğu bu yeni insan biçimi karşısında, insanlık içgüdülerinin yerini akıl kapasitesi doldurmuştur.
Burada demek istediğim nokta kesinlikle yanlış anlaşılmamalıdır. Hoşgörüden yoksun bir toplumun “kuvvetli aklı”ndan bahsettiğim kesinlikle gözardı edilmemelidir. Denilmek istenen şudur ki: “Eğer siz, bir toplumdan ‘gönlü’ uzaklaştırırsanız insanlıktan nasibini almamış bireyler yetiştirilmesine vesile olursunuz.”. Hatalar, yanlışlar, kusurlar her devirde olduğu gibi günümüzde de vardır ve ileriki devirlerde de olmaya devam edecektir. Ancak sizler, bir yanlışlığı, tüm toplumun yanlışlığı ilan edip de tedbirinizi ona göre alırsanız işin kolaylığından kendinize rahat sağlamaktan başka bir amaca ulaşamayacaksınız. Sorunu temellendirmek yerine yakıp yıkarak kökten bir çözüm sağlamaya çalışmak, bir olayı doğrusuyla yanlışıyla idama götürmek kısa zamanda çözüm verip refahınızı sağlasa da uzun vadede birçok yönden patlak vermeye devam edecektir.
Bu yanlışların üstüne kendi yaptığınız yanlışlığı da örtbas etmek için yine kendinizce bahaneler uydurup bu bahanelere uydurduğunuz kılıfı da doğrudan yana seçip doğruyu da kendi anlayışınızca çekiştirerek bir yerlere getirirseniz geriye sadece düşüncelerinizin hakiki kişiye dokunuşu kalacaktır. İşte tam da bu noktada olaylarla hiçbir münasebeti bulunmayan kişileri karalarsınız. Siz bunu düşüncelerinize kılıf uydurmak için yaparsınız ancak o ehli kimselerin gönüllerini incitirsiniz. Bunu, siz bilmezsiniz ama onlar bilir; siz duymazsınız ama onlar duyar; belki siz hissetmezsiniz ama onlar derinden bir üzüntüyle hisseder.
Bu hususta bahsetmek istediğim bir zât-ı muhterem İbrahim Kuşadevî Hazretleridir. Gönül diyarından kopan ve geçmişten geleceğe ışık olmasını umud ederek söylediği hakikat sözleri yanlışa kılıf olarak giydirilmeye çalışılan doğrudan başka bir şey değildir günümüzde. Hazretin tekke bitmiştir dediğinden kasıt nedir? Tekkelerde hayır kalmadığını söylemesinin nedeni nedir? Acaba bu hakiki söz bir düşünceye kılıf olmadan evvel iyice ölçülüp biçilmiş midir? Bu kelam ile ne anlatılmak istendiği derinlemesine bir tefekkür ile şereflendirilmiş midir? Tekkelerde bittiği söylenen gönüllerde de bitmiş midir? Bu söz nisbetinde tekkelere vurulan kilitler ya gönüllere? Onlara da vurulabilmiş midir? Bazı sözler vardır ki önüne ardına bakılmadan, üzerinde hiç mi hiç düşünülmeden adeta içinden cımbızla alınarak bir düşüncenin emsali olarak izhar edilir. “Yanlışın kılıfını doğrudan biçmek mi?” dediniz. İşte, Kuşadevî Hazretleri’nin Hakk sözüne yapılan şey budur!