Bu gazeteye ad olan “Yabende” Farsça bir kelime. Türkçe’de ise “kâşif, keşfeden, bulan” anlamına geliyor. Bu isimlendirmeyi çok anlamlı buluyorum. Zira; insanın yeryüzündeki hayatı -kelimeyi ister maddi ister metafizik anlamıyla düşünelim- bu kelimeyle çok yakından ilgilidir. Bir kitap gibi düşünelim hayatı ve dünyayı yahut varoluşu… Kişi bu kitabın sayfalarını çevirmeden içinde olan manaya elbette ulaşamaz. Bunun ilk adımı okumak ama nihai adımı anlamaktır. Anlamak ise okunanlar yardımıyla varlığımızı, var edeni ve edilenleri anlamlandırmaktır.
İşte bu süreçte insanı bekleyen bir “keşif” hareketidir. Buna “yolculuk yapma” da diyebiliriz. Bu keşif yolculuğunda amaç ise aranılanı yahut bulmamız gerekeni “ortaya çıkarmak, gizli olan bir şeyi aşikar kılmak”tır. Burada elbette hemen zihnimize düşen “”Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve kâinatı yarattım.” mealindeki kudsi hadis olacaktır. Bilmek, belki de insanoğlu için en başta gelen görev… Bunu “bilmek” kelimesiyle ifade ediyoruz ama “bilme”nin mahiyeti konusunda sahih bir anlayıştan yoksunsak bilgiye ulaşmamız muhal olur.
Tam da bu noktada yine erenlerin himmetini talep edelim. Pirimiz Yunus Emre bize bu sorunun en olması gereken cevabını veriyor: “İlim ilim bilmektir/İlim kendini bilmektir/Sen kendini bilmez isen/Ya nice okumaktır.” Bu sözleri okuyunca önümüzde geniş bir anlam dünyası açılıyor. İşte bu sözler tam anlamıyla bir keşif yolculuğunun önüne getiriyor insanı. İlk adım “bilmek” ama bu bilme öncelikle “bilmeyi bilmek”le alakalı. Bunu takip eden adım ise “kendini bilmek”tir. Zira bu ikinci adım daha asıl olan üçüncü adıma Hakk’ı bilme”ye götürecektir. Öyleyse sözün devamına bakalım. “Okumaktan mana ne/Kişi Hakk’ı bilmektir/Çün okudun bilmezsin/Ha bir kuru emektir.”
Bu sözlerin de yine bir Hadis-i Şerif’e “Kendini bilen Rabbini bilir.” hadisine telmih olduğunu hatırlayalım. Evet, hatırlamak da aslında bir keşiftir, buluştur. Çünkü insanın dünya hayatındaki en büyük eksikliği unutkanlıktır. Cenab-ı Hak, ruhları yarattığı zaman, “elestü birabbiküm” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurmuş, ruhlar da “bela” evet diye cevap vermişlerdir. İşte bu cevabı hatırlamaktır keşfin ilk adımı. Böylece kişi, önce bilmeyi, ardından kendini daha sonra da Hakk’ı bilmeyi öğrenmiş olacaktır.
Bu bilgiye sahip olunduğunda bütün kainat insanı, hayvanı, ağacı, suyu ile muazzam bir kitaba, bilgi kaynağına dönüşecektir. Her biri bize yani okumayı bilen göze ve gönle bilinmeyenleri bilinir, görünmeyenleri görünür hale getirecektir. Çünkü her biri bir ayet hükmündedir. Bu noktada keşif hem maddi hem metafizik bir eyleme dönüşmektedir. Yani yerin binlerce km. altındaki bir madene ulaşmak da bir keşiftir, bir gönle görüp oradaki sırlara vakıf olabilmek de bir keşiftir. Bundandır ki Hz. Yunus, bahsi geçen şiirinin devamında bilginin diğer adımlarından söz ettikten sonra sözü şöyle bağlamaktadır: “Hepsinden iyice/Bir gönüle girmektir”.
Çağımızdaki en büyük eksiklik, unutkanlık da bu aslında. Kıtalar keşfettik, madenler bulduk, uzayın derinliklerine gittik ama gönlü unuttuk. Gönlü unuttuğumuz için de varoluşumuza bir anlam yükleyemedik ve sonuçta huzursuz bir vakte erdik. İnsan oğlunun sorunlarına sosyal, ekonomik reçetelerin çözüm olmaması da işte bu yüzdendir. Ne yaparsak yapalım, gönülde olanla münasebet kurmadan hiçbir problemi çözemeyiz. Diyelim savaşlar var. Asker ve silahlarla çözüm arıyoruz. Oysa dünyayı ateş denizine çeviren asıl sebep gönlü kirleten kibirdir, hasettir. Onu tevazuya, diğerkamlığa dönüştürmeden kısacası içte olanı iyileştirmeden dışarıdaki yarayı iyileştirmek olası değildir. Biz unutsak da Hz. Mevlana’nın belirttiği gibi Musa da Firavun da, İbrahim de Nemrut da ölmemiştir, onlar içimizdedir. İşte asıl bilmek yahut keşif, içimizdeki Musa’yı ve İbrahim’i bulmak, böylece Firavun’a ve Nemrud’a karşı mücadele edebilmektir.
Her şeyin bir keşif konusu olduğunu söylemiştik az önce. Bu bağlamda bir çiçeğin bize tek başına nice hakikat dersleri vereceğini hatırlamak gerekiyor. Belki bundandır ki modern insan, tabiattan da uzak düşmüştür. Çünkü tabiattaki her varlık bir ayet olarak uyarıcıdır. Ama mesele o ayeti fark edecek dikkate, basirete sahip olacak bir manevi eğitimden geçmektir. Değilse taş, taş olmaktan; ağaç, ağaç olmaktan, insan da et ve kemikten ibaret varlık olmaktan öteye geçemez. Zira Hz. Mevlana’nın buyurduğu gibi “Çölü kumlardan ibaret görmek kertenkele bakışıdır.” İnsanın böyle bir bakışla hakikatle buluşması mümkün değildir. Öyleyse keşif önce içimize, kendimize sonra dışarıya doğru olmalıdır. İşte o zaman her şey farklı bir anlam kazanacaktır.