Ver Mevlâm ver…
Sen durmadan ver…
Hani yükseklerde bir yerlerde, gökyüzünde oturursun da bize bakarsın ya Rabbim…
Oradan dağıt bizlere istediklerimizi…
Oradan uzat ki biz de toplayalım aşağılardan…
Sen öylesine uzaksın ya bizden…
Ve Sen o denli ayrısın ya cânımızdan…
Dahi Sen sadece nefsi isteklerimiz için varsın ya…
İşte o yüzden Sen hep ver Mevlâm…
Her ân ve her dakika bir şeyler isteriz Rabbimizden…
İyi bir okul, iyi bir eş, iyi bir sınav puanı, iyi bir çocuk, sağlık, araba, ev ve daha aklımıza gelebilecek veyahut gelemeyecek bir sürü şey…
Bunca isteyişin bizim nezdimizde kimi kabul olur kimiyse unutulur gider…
Kabul olanların şükrü ise ne derece verilir bilinmez.
Oysa Mevlam bizi -bir bakıma nefsimizi- rahat ettirecek şeyleri bize veren veyahut yapılan hatalara cezalandırma sitemiyle istediklerimizi vermeyerek karşılık veren robotik bir şey midir?
Yoksa tüm âlemlere hayy’at veren Keremü’l Latif mi?
Yaratılışın, bu ince düzenin ve evrenin alıp verme döngüsünü insanlar ve Allah Azimüşşan arasında gerçekleşen dünyevi gereksinimlerin karşılanıp karşılanmaması olarak mı anlamalıyız?
Bir düşünelim…
İnsanoğlu neden bu kadar ister?
Ucu bucağı olmayan bir istekler silsilesiyle niçin varır Rabbinin huzuruna?
Öyle ki Rabbimize yönelmek için oturduğumuz namaz dahi bitmeyen bir arzu listesinin sunulmasıyla nihayete erer.
Halbuki namazın gayesi bu mudur?
Sadece sevgisinden âlemleri yaratan Rabbimize şükrümüz bu şekilde mi olur?
Peki ya sadece O’nun sevgisini istesek nasıl olur?
Nefsin kendini memnun edecek her türlü isteklerinden sıyrılıp sadece O’nu istesek mesela?
Ama işte biz…
Oysa ki Mevlâm isteme dürtüsünü yani nefsi yine O’nu bilelim, tanıyalım ve arzulayalım diye vermişti bizlere…
“İstedim ki bilineyim” diyen Rabbim o nefsi bize sadece bilinebilmesi için bahşetmişti…
Sevgisini dileyelim ve sadece O’nu isteyelim diye…
Ama biz hiçbir zaman onu dizginlemeyi bilemedik ki…
Yeri geldi sadece istemek için istedik…
Çünkü bize asırlarca öyle aşılandı…
Rabbimden bir şeyler İSTENİR!
Namaz bunun için var sandık yıllarca!
Dua bunun için var sandık!
Halbuki ân’ın yârenleri demde nasıl niyaz ederler Rabblerine…
Sadece O’nun sevgisini dilerler niyazlarında ve yakarırlar O’na…
“Sunduklarına eksik kalan şükrüm için affeyle…”
Bizse daima ister, ister ve isteriz…