Evini yık… Bu Yemen akikiyle yüz binlerce ev yapılır!
Hazine ev altındadır, ev yıkılmadıkça ele geçmesine çare yok… Evi yıkmaktan ürkme, durma.
Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parasıyla zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir.
Nihayet bu ev zaten viran olacak… Altındaki hazine de apaçık meydana çıkacak. (Mesnevi-yi Şerif 4.Cilt.)
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi ve sevilmeyi diledim” “Beni mahzun gönüllerde arayın.” Hadis-i Kutsi
Gönül sultanlarından Sühendan Erdin Hanımefendi’nin yazdığı iki dizeyle güne başladık. Kelamlar, öyle bir dizilmişti ki, gözümüzün önüne Hak Dostu, Âşıkların Sultanlarından Hz. Pîr’in beyitleri, Âlemlerin Sultanı Peygamberimiz Efendimizin (sav) Kutsal Hadisi geldi. Hepsinin tek ortak noktası vardı. Mahzunluk, hüzün, yokluk sırlarında bulunan âşıkların hazinesi. Harf elbiseleri giydirilmiş kelamlardan yansıyan ışıklarla, Yokluk Deryasının cevherlerini idrake çalıştık.
Hüzün; çok sevdiğimiz şeye ulaşamamak endişesinin verdiği üzüntü, kalbin, İlâhi Sevgiliden ayrı düştüğü anlar, gaflet vadilerinde gezilen zamanlar. Ahiret için yapılacak çalışmalarda kendimizi yetersiz hissetmek, dünya derdiyle tasalanmak ve Allah’tan gafil olmak.
Aşk yolunun yolcuları için hüznün tek nedeni hissedilir kalplerde. Sevdiğinden göz açıp kapayıncaya kadar bile uzaklaşmak; kor ateşlerde yanmaktır. Hak dostları, kalplerini et parçası olmaktan çıkarıp, içindeki gerçek sahibinin emrine uyarak, Gönül Kâbesini inşa etmeye çalışırlar. Dünya sevgisiyle, mal ve evlat sevgisiyle dopdolu olan, içinde gerçek sahibinin, gaflet perdesiyle örtüldüğü kalpler, bir dem gelir, kulaklarındaki, gözlerindeki ve akıllarındaki perdenin kaldırılmasıyla harabelerini görürler. Hüzün yağmurlarıyla yıkamaya başlarlar kendilerini. Ezel Bezmi’nde verdikleri söz, akıllarına gelince, üzüntüleri artar. Zamansız ve mekânsız âlemleri ve Yaratan Mevlâ’larını hatırlarlar. “Size kulaklar, gözler, kalpler verdik, düşünmez misiniz?” sırrı tecelli eder. Hazin hazin, yollarını ve kendi mahzenlerinde, hazinelerini bulmaya çalışırlar. Bu aşk Kâlu Bela’dandır, En kara sevda; Hacer’ül Esved. Bütün peygamber makamlarının nuru; Âdem Safiyullah, İbrahim Halilullah ve oğlu İsmail ve Sevgililerin en sevgilisi Muhammed Habibullah’ın dudaklarının, ellerinin kutsadığı taş.
Dünyanın peşinde koşanlar ve bunu zenginlik sayanlar, nasiplerindeki manevi rızkı hatırladıklarında bir bakarlar ki kalpler virane, hüzün tüm zerrelerine işler. Sevdiğinin cemâlini ararlar, görünen kendileri. İçleri hasretle yanar. Bir Hızır makamının gülü, ellerinden tutar, nefis duvarlarını alaşağı eder ve hiç ücret almadan oradaki hazineyi, Allah derdiyle dertlenmeye başlayan mertebeye, iman çapasıyla kazarak buldurur. Hüzün, sevince döner. Kalp, Allah Evi Beytullah hâline getirilip, Hacer’ül Esved öpülür, dünya varlığından kurtulan yetim tarafımız, aslı yokluk olan gerçek VARLIĞA, Rabbına kavuşur. Zül Celâli ve’l İkram nimetleri, Yokluğu, gerçek hazineyi yaşayan mânâ erlerine lokma lokma yedirilir, şaraben tahûra yudum yudum içirilir. Kalbin zekâtı verilir. İmandan, ikana yürütülen yolcular, her dem yeniden doğarlar, Kıyam et, neş’esi tecelli eder. Sen kalmaz, varlık-yokluk aynasında görünen Allah’ın Vechi’dir.
Beytullahtır kalbin, tavaf et. Gözleme Kabeyi. Tur-u Sinadır kalbin, makamıdır Rabbin. Huuu’dur oraya edilen nazar. Beden yanar, Yokluk Âlemidir bu. Sen orada oldukça uğramaz oraya Cânân. (Cahide Anne)
Yanık sevdaların işidir mahzunluk.
Yürek mahzun olmadıkça yerleşmez oraya yokluk. (Sühendan Erdin Hanımefendi.)