Geçen yıldan bu yana dolar ve euro’da yüksek oranda bir artış var. Geçen yıl Haziran ayında 2.80 olan dolar Temmuz 2017’de 3.55 oranında seyrediyor. Euro ise 3.20’lerde seyrederken bugün 4.15’lere kadar çıkmış vaziyette… Neredeyse %’50’lik bir artış görüyoruz.
Buna karşın her geçen gün dövize karşı TL’de değer kaybı oluyor. %50’lik bir değersizleşme söz konusu..
Buna yönelik bir türlü önlem de alınmış değil. Maaşlar sürekli bir erime sürecinde..
Maaşlara yapılan zamlar döviz karşısında kaybedilen değeri karşılayamaz halde..
% 50 oranında bir kaybımız olmuşken maaşlara yapılan zamlar ise cüzzi miktarda seyrediyor. Emekli maaşı bir yılda 200 TL artmış.
Hal böyle olunca ekonomik bazda durgunluk görülüyor.
Bunun için de bir an önce para ve maliye politikaları gözden geçirilerek tasarruf oranlarını arttırmak gerekiyor.
Kastettiğim yastık altı tasarruflar değildir. Yatırıma dönüştürülebilecek tasarruf mevduatları…
Buna yönelik teşvikleri arttırmak gerekiyor.
Dövizin bu kadar çıkmasında elbette siyasi olayların etkisi vardır. Ayrıca FED’in ve Avrupa Merkez Bankasının yaptığı açıklamalar ve uygulamalar etkin oluyor ancak bizim de bu yöntemlere karşı parasal değeri korumamız gerekiyor.
Ona yönelik önlemler geliştirmemiz gerekiyor.
Bazı ekonomistler tek çareyi faizlerin yükseltilmesi olarak sunuyor ancak faizler yükseltilmeden de çözümler üretmek mümkün.
Rusya Rublesini, Güney Afrika Randı böyle yükselişler karşısında artı seviyede tutuyorsa demek ki Türkiye’de tutabilir.
Geçmişten beri ülkemizde sürekli siyasi olaylar görülmüştür.
Son dönemlerde artan siyasi olaylar ulusal ve uluslararası bazda olumsuz etkileri olmuştur.
Ancak biz bu etkileri Merkez Bankacılığına yeni bir bakış açısı kazandırarak ve fonlar, vergiler, stopajlarda rötuşlar yaparak önlemler almak mümkün..
Bu önlemler Merkez Bankası tarafından daha da geliştirilebilir elbette anak faiz artışları tek çare değildir.
Üretimi arttırdığımız gibi ihracatımızı da arttırarak geliştirmemiz gerekiyor. Gıda üzerinden yapılan ihracata teknoloji ihracatını da eklemek gerekiyor.
Üretim endüstrisini geliştirerek alanları çoğaltmak ve yetişmiş kaliteli işgücü oluşturmamız lazım.
Bu da güzel bir eğitimle mümkün!
Öğretmenler ve akademisyenlerde maaş kaygısı yerine verimlilik kaygısının oluşturulması gerekiyor.
Bilimsel araştırmalar, teknolojik gelişimler sağlayacak kurumlarımızın ve düşünce kuruluşlarımızın kurulması gerekiyor.
Öğrenciyi tembelleştiren öğretmeni pasifleştiren böylesi müfredatlar işte bizi kısır döngüye hapsediyor.
Ekonomik bazda geri dönüşler de olumsuz oluyor.
Bu seferde düşmanlarımız bizi ekonomik silahla vurmaya kalkıyor. Almanya yatırımları azaltma ve ticari sınırlamalarla tehdit ediyor, AB Gümrük Birliği anlaşmasını yenilememekle, ABD ise aynı şekilde..
Hal böyle olunca ekonomik olarak bizi sıkıştırmak ve istediklerini yaptırmak istiyorlar.
Bizim Merkez Bankamız ve hükümetin ekonomi politikaları hala daha pasif durumda olursa olacağı bu!
Bugüne kadar yapılanlar ekonomiye büyük katkıda bulundu. Ancak bundan sonra aynı şekilde olacağını beklemek hayal olur.
Artık başka şeyler yapmanın zamanı…
Bu zamana kadar yapılanlar bizim geçmiş yıllarımızdaki kaybımızı kapatmakta faydalı oldu ama bir noktada tıkandı. Şu an o durağanlık noktasındayız.
Dolayısıyla farklı projeler ve finansal ve ekonomik sistem geliştirmeli, ekonomik politikalarımızı ona göre belirlemeliyiz.
Eğitim, ARGE, Teknoloji, Savunma Sanayi gibi bir çok alanda daha fazla üretime yönelmeli ve kaliteli elemanlarımızı arttırmalıyız.
Çok üniversite açmak iyi ama bunun yerine düşünce kuruluşları, tekonoloji araştırma merkezleri, bilimsel buluşlar için teşvikler yapsak kalite açısından daha ilerlemiş böylelikle üniversitelerde diplomalı işsiz yetiştirmemiş oluruz.
Diploma alıp da Alman Lisesinden mezun olan bir öğrenci kadar bilgisi olmayan nesillerimiz olmamış olur.
Bu noktada öğretmenlik mesleğine ciddi önem verilmeli.. Herkes öğretmen olmayacağı gibi puanları yükseltilmeli bir tıp fakültesi seviyesine getirilmelidir.
Bu noktada eğitim programları da kişinin kendisini geliştirmeye odaklı olup köreltici etkide olmayan boyuta ulaştırılmalıdır ki gelecek nesillerimizde bilgi ve donanım gelişsin.
Böylelikle de gelişmiş bir ülke konumuna yükselebilelim.
Günü kurtarmak yerine artık geleceğe yani geleceği inşa edecek nesillere yönelmeli ve onlar için de bir an önce reformlar yapmalıyız.