Teveccüh…
Ne kadar muazzam, ne denli naif bir kelime… Bir düşünelim, karşımızda duran naif, nazik ve sevgi dolu bir insanı kırabilir veyahut ona karşı sert bir tavır takınabilir miyiz? Hayır dediğinizi duyar gibiyim… Bu hâl içinde olan insanlar, karşısındaki insanı durmaksızın hâliyle mayalar. Ne için mi? İşte bu sorunun cevabı ve teveccühün güzelliği tam da burada başlıyor…
İnsan Güzel’e meyilli bir yaratılıştadır. Çünkü her hâliyle Güzel’dendir. Değil midir ki yeni doğan bir bebeğe “masumcuk” der ve onu tertemiz olarak kabul ederiz. Ama ilerledikçe vakit, an’dan kopuş ile birlikte sıkıntılar, kötü huylar da boy göstermeye başlar… “Ben de varım.” diyerek nefs belası baş kaldırmaya hazırlanır. Fıtrat deriz ya hep… İşte fıtrat, bizim ân’a ne kadar bağlı olduğumuz nisbetinde şekillenir.
Ve teveccüh…
Öyle harika bir teveccüh devrinde yaşıyoruz ki. Kuşkusuz her alanda anında bilgiye ulaşabileceğimiz, kişisel ve toplumsal gelişim sağlayabileceğimiz öyle mükemmel imkanlar mevcut ki. Hele bir de insanı ‘İ’nsan eyleyemeye yönelik edep merkezleri vardır ya hani… Capcanlı… Hakikatin devrinde öylesine aşikar ki Hakk…
Belki ne söylediğimi anlayamayacak dahi kendi kendinize soracaksınız. Demek istediğimiz odur ki, bugün her alan da Cenâb-ı Hakk’ın sunduğu imkan ve vesilelerle tanış olmaktayız. Teknolojik gelişmelerle birlikte bilgi çağında yaşıyoruz mesela. Hakk dostlarının aramızda varlık gösterişiyle ilim devrinde yaşıyoruz. Azıcık uyanık olsak ve baksak etrafımıza, hangi devirde bunca baş kaldırmalar, bunca kötülükler, toplu kıyımlar yaşandıysa Cenâb-ı Mevlam yeryüzündeki Dostları vesilesiyle insanlığa bir kapı aralar. Araladığı kapıları fark edip, uyanık olanlara aşk olsun!..
Ve yine dönüp dolaşıp teveccühe geliyoruz, vakt-i devirde Cenâb-ı Hakk öyle bir sunmuş ki teveccühünü alan alsın demiş, sunmuş da sunmuş… Mevlam dağıtmış, gözü gönlü açık olan kuluna. Bunca kargaşa, bunca endişe, bunca kaos devrinde ne’olur sorgulayalım bir kendimizi. Din-i İslâm bu denli yok olmaya zorlanırken, yozlaştırmak için herkes elinden geldiğinin fazlasıyla efor sarf ederken, biz de bir oturup düşünelim.
“Bu dünyaya ne için geldim?” sorusunu bir soralım kendimize.
Hayat gaylesinde evim, arabam, çocuğuma ev, araba diye diye madde dünyasında boğularak, belli bir yaşa erişin neticesinde ömrümüzün nihayete ermesi için mi geldik dünyaya?
“Yaratılış gayem ne?” diyerek bir dönüp bakalım kendimize…
Öyle ki çağımızın teveccühü büyük olduğu kadar kişilere yüklediği sorumlulukları da bir o kadar fazla. Ama bu sorumluluklar, işe gidip gelmek ev ve araba sahibi olmak, çocuklarına maddesel yönden daha iyi bir hayat bırakmak gibi dünya hayatına dayalı şeyler olmasa gerek.
Eğer ölüm varsa, yaşamın da bir gerçekliği olmalı…
Teveccühün farkındalığıyla birlikte din-i İslâm’ın yücelişinde, Hakk’a hizmet eksenli nesillerin yetişmesi niyazıyla.