“Ve o kimseler ki, gecelerini secde ederek ve ayakta durarak geçirirler” (Furkan- 25/64)
“Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir…” (Hadid, 57/4)
“Biz insana şah damarından daha yakınız!” (Kâf, 50/16)
Hz. Peygamber, henüz peygamberlikle görevlendirilmeden önce yalnız başına tefekküre dalmak, rabbini anmak isterdi. Bu maksatla Hira Mağarası’na çekilir, rabbine ibadet ederdi. Buhari’nin ifadesiyle:
“Peygamber (s.a.v.)’e yalnızlık sevdirildi. Hira Mağarası’na çekilir, orada tehannüs ederdi. Tehannüs, ailesine dönmeden aldığı azıkla yetinip birkaç gün ibadet etmesidir. Sonra tekrar Hatice’ye döner, bir o kadar gün için yine azık alırdı…” (Buhari)
Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamberlikle görevlendirilmeden önce o hanifler gibi Rabb’ini anar, düşünür, İslâm’dan önceki şekliyle oruç ve namaz gibi İbrahim dininden kalma ibadetlerle Rabbine yaklaşmaya çalışırdı. Onun bu zühdünü, ibadetini ve derin Allah sevgisini görenler:
“Muhammed Rabbine âşık oldu” demişlerdi (el-Munkizu mina’d-dalal: s. 50).
Ibn Hacer’in İbn İshak’tan aldığı rivayet, zühd hareketinin, Hz. Peygamber’in yetiştiği İslâm öncesi ortamda mevcut olduğunu, bazı kimselerin tenhaya çekilip ibadet ettiklerini, halvete çekilip Allah’ı anma şeklindeki bu ibadetin yapıldığını, bunu yapanlara el-hanif, çoğulu el-hunefa dendiğini, Ramazan’ın İslam dan önce de ibadete hasredilen bir ay (muharrem orucu) olarak değerlendirildiğini gösterir.
Bu ibadet ve tefekkürüdür ki kendisini vahiy alma durumuna hazırlamıştır. Rabbin vahyini almazdan önce bir hazırlık dönemi geçirmek, halvette Rabbe ibadetle O’nun vahyini duyacak bir olgunluk düzeyine yükselmek, ondan önceki peygamberlerin de geçirdiği haldir. Bunun en güzel örneği, Hz. Musa’da görülmektedir. Yüce Allah, onun, Allah’ın konuşmasını dinlemek üzere Sina Dağı’na gelmeden önce girdiği halvet ibadetini şöyle anlatıyor:
“Musa ile otuz gece (bana ibadet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye (erbain) tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a dedi ki:
Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma” (A’raf: 7/142).
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, peygamberliğinden birkaç yıl önce başlayan tehannüs şeklindeki ibadeti, hayatı boyunca devam ermiştir. Çünkü Rabbi ona, yatağından kalkıp ibadete durmasını, gecenin üçte ikisini, yarısını yahut üçte birini ibadetle geçirmesini emretmiş, böylece kendisinin yüce bir makama ulaştırılacağını müjdelemiştir. Zira korunanlar, hep böyle gece vakitlerinde içten yapılan ibadetlerle yüce makamlara ermişlerdir:
“Sabreden, doğru olan, geceleri saygıyla ibadet eden, mağfiret dileyen” (Al-i İmran: 3/17)
Kullara yaptıklarına karşılık olarak alt yanlarından ırmaklar akan, sürekli kalacakları cennetler vaat edilmiştir.
Yüce Allah, o sadık müminleri,
“Yanları yataklardan uzaklaşır, (gece teheccüd namazı kılmak için yataklardan ayrılıp kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar” (Secde: 32/16) sözü ile nitelendirmiştir.
Gecenin ortasında ibadetlerini gizleyip sırf Allah rızası için ibadet eden müminlerin ödülü, yaptıkları işlere uygun olarak gizlenmektedir:
“Hiç kimse onlar için ne göz kamaştırıcı nimetlerin gizlenmiş olduğunu bilmez” (Secde: 32/17)
buyrulmaktadır. Eylemler nasıl gece ortasında gizlice yapılmış ise onların ödülleri de öyle gizli tutulmuştur. Ta ki, verilen karşılık, yapılan eyleme denk olsun. 1/5
“Gecenin bir kısmında da uyanıp namaz kıl. Bu sadece sana mahsustur. Farz namazlardan fazla olarak kılınan bir namazdır. Bundan dolayı Rabbin Ahirette seni övgüye değer bir konuma yükseltir.” (İsra: 17/79)
“Onlar yataklarından geceleri kalkarak, korku ve ümid içinde Rablerine yalvaranlardır ve kendilerine geçinmeleri için verdiğimiz rızıktan başkalarına harcayanlardır.” (Secde: 32/16)
“O müminler geceleri pek az uyurlardı.” (Zariyat: 51/17)
Hz. Ali (k.v.) buyurur ki; Bir gece Hz. Yahya (a.s.) arpa ekmeği yiyerek karnini doyurur ve uykuya dalarak zikrini ihmal eder, böylece sabah olur.
Bunun üzerine Ulu Allah (c.c.) ona söyle vahyeder. “Ya Yahya! (a.s.) Benim yurdumdan daha hayırlı bir yurt mu ve bana yakin olmaktan sana daha faydalı bir çevre mi buldun? Ya Yahya! (a.s.) izzet ve celâlim hakki için eğer bir kereliğine cennet ile yüz yüze gelsen, kapılacağın iştiyak yüzünden yüreğinin yağı erir ve nefsin mahvolurdu. Eğer cehennemle bir defalığına karşılaşsan, yüreğinin yağı erir, gözyaşın yerine irin akar ve aba yerine deri giyerdin.”
Allah’a yaklaştıran en mühim ibadet olması hasebiyle ümmetinin de bu nimetten nasiplenmelerini arzu ederlerdi. Öncelikle yakın Akraba (eş dost) dan tebliğe başlayan efendimiz (s.a.v.), bir gece Ali ile Fatıma’nın (r.a.) kapısını çalmış ve onlara:
“Namaz kılmayacak mısınız?” (Buhari, Teheccüd, 5) buyurarak geceyi boş geçirmemelerini istemişti.
Diğer ashabına da:
“Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o sizden önceki salih kimselerin âdeti ve Allah (c.c.)’a yakınlıktır. (Bu ibadet) günahlardan alı kor, hatalara kefaret olur ve bedenden dertleri giderir.” (Tirmizi, De’avat, 101) buyurarak onları huzurun kaynağına yöneltmek istemişti.
Aile içinde kadın ve erkeğin Allah’a ibadet ve salih ameller işleme hususunda birbirlerine destek olmalarının önemine dikkat çeken efendimiz (s.a.v.) bilhassa gece namazına kalkmada bu yardımlaşmanın daha da önemli neticeler hâsıl edeceğini şöyle ifade etmiştir:
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, Hanım’ını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah (c.c.) rahmet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah (c.c.) rahmet etsin.” (Ebu Davud, Tatavvu, 18,)
Teheccüd (gece) namazına kalkmanın faydaları:
Allah’a yaklaştırır. O’nun rahmetini celbe vesile olur. Günahlardan uzaklaştırır, yani günah işletmez.
Zikir sayesinde melek ruha, ruh da kalbe bildirerek koruma altına alınır. Görüldüğü gibi, kulun iki yolu vardır.
1- Güzel itikat 2- Kalbi zikir etmek.
Kutsi Hadiste; “Allah’a ulaştıran yollar, yaratılmışların nefesleri sayısı kadardır” buyuruyor. Zikir yolu, genelde iki yol üzerine, günümüze kadar gelmiştir.
1- Lisan-ı yol olan cehri zikir. 2- Kalbi yol olan hafi zikir.
Cehri zikir, sesli eda edilip, Hz. Ali (k.v.)’in de yaptığı zikirdir. Hafi zikir, sessiz yapılan zikir olup, Hz. Ebubekir Sıddık (r.a.)’in takip ettiği metodudur. Allah’a ulaştıran yollar, yaratılmışların nefisleri sayısı kadardır ölçüsünce, her iki yolda haktır. Her iki yolun yolcuları da Allah’a ulaşmak için zikrediyorlar.
2/5
Zikir girmeyen vücuda, ışık girmez derman yok. Ruhumuzu, nefsimize galip kılmak için:
1- Gönül Sultanından faydalanmak, 2- Amel etmek (helal-haram bilmek),
3- Allah’ı anmak şarttır. Aksi takdirde ruhumuzu, vücut şehrimize hakim kılamayız.
Resulullah (s.a.v.); “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar” buyuruyor.
Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim de; “Gerçek müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer (Enfal 8/2.)” beyan buyurarak zikreden gönülleri övmüştür.
Allah ile kul arasında yetmiş bin hicap perdesi vardır. Bu perdelerin aşılması da zikirle mümkün olabiliyor. Yalnız yetmiş bin perde tabiri Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli daireleridir. Yani tezahür dereceleri manasınadır.
Rabbül Alemin, “Rabbini tazarru ile gizli olarak dua ediniz. O haddi aşanları sevmez” (Araf 7/55) ve “Rabbini tazarru ile (titreyerek) ve korkarak zikret” (Araf 7/205) beyan buyuruyor.
“Benim ve benden önceki enbiyanın söyledikleri en hayırlı kelime Lâ ilâhe illallah’tır. Bilesin yedi kat gök ve yedi kat yer terazinin bir kefesine, kelime-i tevhit de bir kefesine konsa bu kelime ağır gelir” (s.a.v) buyurdular. Yine Peygamberimiz (s.a.v.); “Yeryüzünde Allah, Allah diyen bulundukça kıyamet kopmaz” beyanıyla zikrin efdalini ortaya koymuştur.
Hz. Ayşe (r.a.) rivayetle, Hz. Resulullah (s.a.v.) “Bazı zikirler diğer zikirlerden 70 kat daha efdaldir” buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde de “kanın dolaştığı yerlerde muhakkak şeytan da dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah la ilahe illallah” buyurarak şeytana karşı, yapılacak tedbire dikkatimizi çekmiştir.
Gerek Ayeti Celileler de beyan olunan hakikatler ve gerekse Hadisi Şeriflerde ki sözler, zikri teşvik ediyor ve insanlığın çıkış yolunun zikirden geçebileceği vurgulanmaktadır. Allah’ı unutmak perdenin arkasını görememek demektir. Perdeler karanlıkta açılır, aydınlanır. İnsanlık galiba, gelecekte kendisini esir etmek isteyen teknolojik cihaz ve donanımlara karşı mücadelesini verecektir. Eşyanın esaretinden kurtulup, bir an evvel Allah’ı hatırladığında, insan da aydınlığa çıkmış olacaktır.
Vahdet’e giden yol, Allah’ı anmaktan geçer. Zikreden insanın kalbi dakikada ortalama 124 kez vurur. Bu aynı zamanda dakika da 124 kez ‘la ilahe illah’ diyerek kalbi mutmainleştirmek demektir. İşte bu noktada zikrin ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Her vuruşta bir kez Allah demek kadar bir güzel saadet var mı? Sağ meme tarafına ‘la ilahe’ vurup, sol meme tarafına ‘illah’ vurmak kalbi puttan, benlikten kurtarmaktır, özgürleşmesini sağlamaktır. Kalbin atışına paralel insanda Allah adını anarak ebedi hayata kelebek misali uçacaktır elbet. Çünkü “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzura erer” buyruluyor. Velhasıl, zikir en güzel sermayedir.
“Muhakkak ki bir kısım sözler (zikirler), sihir gibi bir tesir gücüne sahiptir.” (Buhari, Nikah, 47) Peygamber (s.a.v) tarafından buyrulmuştur. Yani söz (zikir), kalp de büyüleyici bir tesir husule getirir.
Hazret-i Ali (r.a.) oğlu Hasan (r.a)’a vasiyetinde şöyle buyurmuştur:
“Ey oğul! Ciddî olarak ölümü an ve ölümü anmakla (zikretmekle) kalbini terbiye et. Neticede her şeyin yok olacağını unutma ve bu yoklukta karar kılacağını bil! Kalbine dünyanın muhtemel tehlikelerini zaman zaman hatırlat!”
İmam Gazali (r.a.)de şöyle nasihat eder;
“Ey oğul! İstediğin kadar yaşa, nasıl olsa bir gün öleceksin! Dilediğini sev, nasıl olsa bir gün ayrılacaksın! İstediğini yap, nasıl olsa bir gün hesabını vereceksin! Ey oğul! Maksadın, ruhunu olgunlaştırmaya, nefsine hâkim olmaya, bedenini de ölüme hazırlamaya gayret etmek olmalıdır. Çünkü son durağın kabir olacaktır. Kabirdekiler, “Ne zaman geleceksin?” diye beklemektedirler. Sakın oraya azıksız (zikirsiz) gideyim deme!”
Cenab-ı Hakk “Namazın (zikrin) kötü ve çirkin işlerden koruyacağı” (Ankebut, 29/45);
3/5
“İyi amellerin kötü amelleri gidereceği” (Hud, 11/114) vurgulanmakta olup vaat etmektedir.
Gece namazı (zikri) günahlara kefaret ve örtü olur. Bedenden hastalıkları çıkarır, sıhhate vesile olur. (Kütüb-i Sitte)
Hasan-ı Basri, “Bir kavim amellerini gizledi, Allah da onlara gözlerin görmediği, insanın hatırına gelmeyen nimetler gizledi” (İbn Kesir, Tefsir: 3/461) demiştir.
Kalbi etkilemeyen, gönülde saygı, incelik, merhamet, sevgi, şefkat uyandırmayan, ahlakı düzeltmeyen ibadetler Kuran’ın, yapanlarını övüp cennetle müjdelediği eylemlerden değildir. İbadet ve amelden maksat, bilinçsiz olarak bazı hareket ve sözleri yinelemek değil, Allah’ı anma ve takvadır.
Yüce Allah,
“Kurban edilen hayvanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na ulaşan, sizin takvanızdır” (Hac: 22/37) buyurmuştur (İbn Kesir, Tefsir: 3/461).
İslam, güzel işlere, ibadetlere, güzel ahlaka götüren imandır.
“Namaz, fuhuştan ve çirkin işlerden men eder” (Ankebut: 29/45).
Sahibinin ahlakını düzeltmeyen, onu fuhuştan ve çirkin işlerden engellemeyen namaz, Kuran’ın tanımladığı namaz değildir. Bu anlamda pek çok hadis de vardır.
Bir münasebetle üç kez,
“Takva ancak buradadır” (Müslim, Birr: 32; Tirmizi, Birr: 18) deyip kalbini işaret eden Peygamber (s.a.v.),
“Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır ki o düzelince bütün vücut düzelir, o bozulunca bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir” (Buhari, İman: 39; Müslim, Müsakat: 107) buyurmuştur.
Gece namazını çok seven Allah’ın Elçisi,
“Fecr vakti kılınan iki rekât namaz, bana dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır” (Buhari, Teheccüd: 10; Müslim, Müsafirhin: 96),
“Farzlardan sonra en üstün namaz, gece namazıdır” (Müslim, Siyam: 202; Tırmizi, Mevakit: 207) buyurmuştur.
Geceleri o kadar namaz kılardı ki, ayakta dura dura ayakları şişerdi.
“Senin geçmiş ve gelecek günahın bağışlanmadı mı?” denildi de,
“Şükreden bir kul olmayayım mı?” dedi (Buhari, Teheccüd: 6)
Avf ibn Malik diyor ki: “Bir gece Allah’ın Elçisi ile beraberdim. Abdest aldı, namaza durdu. Ben de kalkıp onunla beraber namaza durdum. Bakara Suresi’ne başladı. Her rahmet ayeti geçince durup rahmet istedi. Azap ayeti geçtikçe de durup Allah’a sığındı. Sonra rükuya vardı. Ayakta durduğu kadar da rükuda durdu. Diyordu ki: ‘Ceberut, melekût ve azamet sahibi yüce Allah’ı teşbih ederim.’ Secdede de aynı şeyi söyledi. İkinci rekâtta Al-i İmran Suresi’ni okudu. Sonra her rekâtta sure sure devam etti.” (Şifa: s. 112).
Abdullah ibn Abbas, bir gece Peygamber (s.a.v.)’in eşi, kendisinin de teyzesi bulunan Meymüne’nin yanında kalmıştı. Gördüklerini anlatıyor:
“Yastığın enine başımı koydum, Allah’ın Elçisi de uzunluğuna başını koyup uyudu. Gece yarısı yahut biraz önce veya biraz sonra uyandı, gözlerini ovaladı, Al-i İmran Suresi’nin son ayetini okudu. Sonra asılı bulunan kırba ile güzelce bir abdest aldı, namaza durdu. Ben de kalkıp yanında namaza durdum. 4/5
Allah’ın Elçisi sağ elini başıma koydu, sağ kulağımı tutup büktü. İki rekât kıldı. Tekrar iki rekât, tekrar iki rekât, tekrar iki rekât, tekrar iki rekât ve tekrar iki rekât kıldı. Sonra tek bir rekât kılıp uzandı. O sırada müezzini gelip çağırdı. Kalkıp iki rekât kıldıktan sonra çıkıp sabah namazını kıldırdı” (Tecrid-i Sarih tercümesi: 4/7).
Şayet Peygamber (s.a.v.), uyku bastırmasıyla gece namazını kaçırmış olursa, gündüzün on iki rekât namaz kılardı (Müslim, Salatu’l-musafirin). Peygamber (s.a.v.), sade namazda değil, yattığı yerde dahi tefekkür ve zikirden geri durmazdı:
“Ayakta, otururken ve yattıkları yerde Allah’ı ananlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünenler: Rabbimiz, bunları boş yere yaratmadın. Senin şanın yücedir. Bizi ateş azabından koru (derler)” (Al-i İmran: 3/191),
“Rabbini içinden, yalvararak ve korkarak, hafif bir sesle sabah aksam an, gafillerden olma” (A’raf: 7/205).
Resulullah efendimiz (s.a.v) gece namazını hiç terk etmezdi. Öyle ki hastalanacak veya ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 18)
Allah rızası için değil, gösteriş için gaflet içinde namaz kılanlara da,
“Namazlarından sehveden namazın ruhundan uzaklaşıp gafletle namaz kılanlara, gösteriş yapanlara, iyiliği esirgeyenlere yazıklar olsun” (Maun: 107/4-7) demiştir.
Hz. Peygamber, kalp temizliğine çok önem vermiş, kalpten kötü düşünceleri silip yalnız Allah’ı düşünmeyi, ibadetin ihsan derecesi olarak tanımlamıştır:
“İhsan, görür gibi Allah’a ibadet etmendir. Zira sen onu görmüyorsan da O seni görüyor” (Buhari, Tefsir-u sureti Lokman: 2; Müslim, İman: 57) buyurmuştur.
Bu hadis, ibadetin asıl amacını belirtmektedir ki, o da ibadetin, bilinçli olarak yapılmasıdır. Bu husus, ibadetin biçiminden önemlidir. Bilinçsiz olarak yinelenen hareketler, söylenen sözler, dualar gerçekte ibadet olmaktan uzaktır.
“Kişi sevdiği ile beraberdir…” buyurmuş (s.a.v.) (Buhari, Edep, 96)14.09.2009
HASAN ŞÜKRÜ YAYINTAŞ EFENDİ