İnsanlar manevi yolda gelişmek için birçok eğitimlere, dinletilere katılıyorlar ve soruyorlar:
Birçok eğitime, arınma çalışmalarına katıldım ancak bir türlü tatmin olamıyorum. Ne yapmalı, tasavvufu nasıl anlamalıyım?
Yapılan arınma çalışmaları zihin temizliği ile ilgili mutlaka faydaları vardır. Ancak zihin çok inatçıdır, elindeki gücü kaybetmek istemez, yani kolay arınmaz. (zihin=günlük yaşantınızı düzenleyen akıl)
İnsan her şeye bu “BEN” bilinci ile bakıyor, “BİZ” bilinci ile bakamıyor.
“BEN” bilinci kendisini evrenin bir parçası kabul eder, oysa her fert evrende bütündedir. Şöyle düşünelim bir insanın Allah cc esirgesin eli kesilse yaşayabilir mi? Evet yaşar! Peki, güneş olmasa, ormanlar olmasa, denizler olmasa yaşayabilir mi? Hayır yaşayamaz!
Demek ki insan, güneş, ay, denizler, ormanlarla bir bütündür. (Hz. Ali as “Ey insan kendini küçük bir âlem sanma sen âlem-i ekbersin.”) Bu bütün olma “BİZ” bilincidir. Biz bütünlük hâli yani Allah cc ye karışma hâli. Ayeti celilede buyruluyor ki: “Allah cc hikmeti kime vermişse ona pek çok hayır vermiştir – Bakara 269” Hikmet, bilinci konu edinir ama psişik manada değil. Bilincin kendi üstüne düşünmesini sağlar. Bu BEN bilincini oluşturur, ama bu BEN bilinci nesne bilinçle, toplum bilinciyle ilkeli bir biçimde buluşursa o zaman BEN bilinci BİZ bilincine dönüşür. Bu dönüşüm olmazsa aklınız, zihniniz ipotek altında bir birey halindesiniz demektir.
Hikmet kalbin işidir. Bu çok mahrem bir iştir. Sembolü olan Beytullah’a da Haremi Şerif denmiştir. Gönül âlemi orada sevgili ile baş başa, yabancı giremez, haram bölge, bir anlamda dinin yatak odası. Bu durumları anlatmak zor. SIR, sır dile gelmeyendir. Açıklanamayan bilgi. Deneyimle ancak kendin bilebilirsin. Ancak kuşdili ( sembolizma ) ile anlatılmaya çalışılır.
Önemli olan bu “BİZ” bilinci halinin oluşmasıdır. Bunun için öncelikle niyet gerekir. İnsan niyet varlığıdır. Niyetin seni hedefine götürür.
Peki, hedef ne olmalıdır?
Tasavvufta hedef Allah cc’nın işlerine karışmamak ama ALLAH cc YE KARIŞMAKTIR.
Bunun için birçok manevi yollar mevcuttur. Bu yollardaki maneviyat ustaları (mürşidler) rehberliğinde insanlar ancak dönüşüp aydınlanabilirler.
Ayeti celilede buyruluyor ki “Gerçekten biz insanı en güzel bir surette (Ahsen-i takvim) yarattık.-Tiyn 4” / “Sonra da onu esfeli sâfiliyn’e -dünyaya- reddettik.- Tiyn 5” Yani özetle insan yaratıldığında en güzel halde (Bebeklik hali yani Safiyullah hali) sonra geliştikçe oluşan kendilik (ego) onu safiyullah halinden uzaklaştırıyor. (esfeli safiliyn çukuruna yani dünya âlemine düşüyor.)
İşte bütün mesele bu esfele safiliynden çıkmak (karanlıktan kurtulup rafine olup arınarak tekrar Ahseni Takvim haline ulaşmak.)
Alman filozof İmmanuel Kant (1724-1804) de diyor ki: “Aydınlanma insanın kendi düştüğü çukurdan yine kendi gayretiyle çıkmasıdır.”
Bizler ise istiyoruz ki bir âlim bize bildirsin, bir arif gelsin bize sahip çıksın öylece aydınlığa ulaşalım. Yani sürekli çocuk kalıp, yetişkin olmak için sorumluluk almayı göze alamıyoruz.
Aydınlanma karanlıktan kurtulma olduğu için elbette rehber şarttır. Yoksa karanlıkta yol alamazsın. (İsra,gece yürüyüşü) Ancak bir fert aydınlanmayı bütün mevcudiyetiyle arzu edip niyet ederse İkram edici Yüce Allah cc ona bir mürşid (rehber) gösterir. Mürşid onu bulur. Aydınlanma yolu; güzel ahlaklı, Ehl-i Beyt hâli ile mümkündür.
Bu yolda zihnin hep iyi düşüncede fiillerinde hep iyi olması şarttır. Burada anlatılan iyi fiillerden kasıt iyilik yapmak değil (iyilik yapmak güzel bir şey) ancak anlatılmak istenen hâlini öyle bir duruma getir ki farkına varmadan, düşünmeden her fiilin iyi olsun. Emin kişi ol. Yalandan kesinlikle uzak dur. Her tecellinin iyi tarafına nazar et.
Yaşamla bütünleş, anı yaşa, su içiyorsun ama zihnin başka yerde ana konsantre ol. Düşüncen başka yerde olmasın.
Kahvaltı ediyorsun ama gazete okuyorsun yani bütünde değilsin –anı yaşamıyorsun-.
Bir doğu kıssası var:
Üstat Suzuki müridiyle hep birlikte geziyorlar. Otuz beş yıl sonunda bir gün müridi soruyor diyor ki: Hocam size bir şey soracağım, bunca yıldır beraber dolaşıyoruz, yiyoruz, içiyoruz, aynı yerde kalıyoruz. Sana mürşid diyorlar, bana mürid diyorlar, sana hoca diyorlar bana öğrenci.
Hocam nedir farkımız?
Suzuki diyor ki: Bak evladım, ben çay içerken sadece çay içerim. Sen hiçbir zaman çay içmedin ki. Ben pirinç yerken sadece pirinç yerim, sen hiç pirinç yemedin ki, diyor.
Mürid, hocam bu nasıl oluyor diyor.
Suzuki: Bak, bu yola girdiğimde, baktığımda ağaç ağaçtı, deniz denizdi, dağ dağdı. Sonra yolun ortasına geldim baktım ki dağ dağ değilmiş, orman orman değilmiş. Deniz de deniz değilmiş. Sonra yolun sonuna geldiğimde baktım ki orman ormanmış, deniz denizmiş, dağ dağmış.
E hocam diyor, peki ne değişti?
Suzuki: Ben değiştim evladım, ben değiştim diyor.
Tasavvufun özeti budur. Bütün sır bunda. Aslında çok basit olan yaşamı biz karmaşık hâle getiriyoruz.
MUHABBETLE…