Tasavvuf anlayışının toplum tarafından popüler olması ve sıkça telaffuz edilmesi insanın Hakk’ikat’in arayışında olduğunun göstergesidir.
Tasavvufun içeriğini bilmeyen biri bu yönelişe yargılayıcı bir tavır sergilenirken, içini Hakk Mürşid Aşk’ı ile dolduran bir’inin bu artan talepten memnun ve hoşnut olmaması imkansızdır..
Burada önemli olan tasavvufun içeriği olan manevi gıdayı nereden aldığımız ve ne ile beslendiğimizdir..
Zahiri sohbet üzerinemi yolculuk seyrediyor yoksa yolculuğun başlangıcı ve daimi olan ibadetlermi telkin ediliyor..
İbâdet deyince zahir algılanıyorsa, ki bu çok normal, o vakit yönelişimizi biraz daha batına çekip içselleştirmeliyiz..
“İbâd”et kök manâsını kulluk’tan almış ibâdet eyleyenin kulluğuna işaret etmiştir..
Hep denir ve diyoruz ki, Allah’ın bizim tapınırcasına yaptığımız bedensel hareketliliğe ihtiyacı yoktur, Yaratıcının bizim aç kalmamızada ihtiyacı yoktur, tüm bu şekli ritüeller bizim bir yöneliş sergilememiz için yaratılmış olanlardır..
Bizim, Rabbimizi varlığımızı, dolayısıyla Kendi’mizi tanımamıza ihtiyacımız vardır. Yaptığımız tüm şekli ibadetler bizi tarikin izine sürükleyecek başlangıçlardır..
İlla’ki bu yolun tarik anlayışını bilen ve bedenlenmiş Bir Mürşid’in yönlendirmesine uyumlanmak şarttır..
Hakk’ikat’in Mürşid’ine tevafuk oluşturmak yine yöneliş isteyen kişinin niyeti ile doğru orantıda ilerler.
Tasavvufun anlayışından bizim içsel yolculuğumuza ne katmasını talep ediyorsak, bizi Dost Mürşid’e doğru o talebimiz çekecektir..
Kimisi haşa bu tariki Allah ile bir anlaşma gibi algılayıp, “aman işim gücüm rast gitsin” şurada bir şeyh varmış gideyim arada görüneyim, ve yine haşa şeyhde benim “zahirimi organize edip düzene koysun” gibi düşünceler zann’dan ibarettir.
Hakk’ikat’te böyle bir tasavvuf anlayışı yoktur!!..
Teşbihte hata olmaz deyip bir örnek vermek istiyorum.
Hepimiz birinci el maddeye sahip olmak isteriz. Sıfır ev, sıfır araba vs.., çünkü herşey orjinaldir ilk yapıldığı an gibi temiz ve hiçbir şekilde kirletilmemiştir..
Mürşid’de tıpkı böyledir. Mürşid Allah’ın uzanan ilk eli, varlığın yemyeşil Ormanından tutunacağımız dalımızdır. Bilincimizi yukarıya yükseklere çekecek Allah’ın ipidir..
Mürşid’siz tarik derinleşmez, derinlikten kastımız telkindir, muhabbettir ve muhabbetin doğurduğu sonuç idrak oluşumudur ki, bilincin seyri sûlûkunu Hakk’ikat’ten yönlendirenir..
Bu minvalde bilgili olmak bilmek ve idrak etmek arasında deyim yerindeyse dağlar kadar fark vardır..
Bir örnek ile bu farkı tastikleyelim..
Mevlana çok bilgili bir Alim idi, öyle bilgili ki çevresine nam salmış tanınmış bir kişi idi.
Lakin bilgisi değildi Mevlana’yı bugünlere taşıyıp ölümsüzleştiren.
Şems Hakk’ikat’in ilmi ile tanıştırdı Mevlanayı, zahirin bilgisini batının ilmi için kullandı ve harmanladı, bilgisi ilminden yansıdığı için yeryüzünde Varlık korudu varlığını..
Düşünürsek Şems’de kandili yanan Bir Mürşid idi, ne gerek vardı da yana yakıla aradı Mevlana’yı..
Çünkü ilim saf hali ile aleme akmaz, güneş çıplak göz ile seyredilmez.
O’nu akıtacak aktaracak madde arar bir nevi yansıtıcı arar.
Dolayısıyla Şems Mevlana’da Kendi’ni bulur, Mevlana Aşk’ın Aşkınlığında Hakk’ikat’ine tutulur.
Güneş ve Ay tasviri O’nlar için vurgundur..
Bu kâmil İ’nsan’ların Aşkına gıpta ederken Mürşid mürid ilişkisini asla yadırgayamayız.
Batini hayy’at dediğimiz tasavufun manevi oluşu, özü itibariyle böyle bir hayy’atı yaşama yansıtmaktır..
İşte bu haller içselleştiğinde ;
Dost Âli’den Ahmed’i, Mustafa aynasından Muhammed’i, Muhammed varlığından Hakk’ın bir’liğini içmeli.
Bir’liğin tarikinde hiç’liğe rücu eylemeli..
Edeb-i ve ebedi Aşk içinde huu..🌳🥀