Bazılarınız mutlaka biliyordur ama genel olarak yazar olarak tanındığım için Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olduğum pek bilinmez. Bu uzmanlığım nedeniyle bugüne kadar onbinlerce çocuk ve ailesi ile tanışıp görüşmem doğal bir durumdur. Öyle ki bebeklik döneminde izlediğim çocuklar bugün evlilik çağında, belki de -bir kısmı- kendileri çoluk-çocuk sahibidir.
Bir çok anne-baba ile, çocuklarının sağlık sorunları konusunda olduğu kadar, çocuklarının eğitimi, manevi durumu konusunda da görüşmelerim oldu ve oluyor. Bu ailelerden tasavvufî hayatın içerisinde olanlar olduğu gibi, geleneksel İslam anlayışını paylaşanlar da vardır. Bu temaslarımda bana iletilen en önemli taleplerden birisi, okula başlayan çocukların okumasını önerdiğim kitaplar hakkında yol göstermem olmuştur. Bu kitap önerisi isteği lise, üniversite yıllarında da azalarak da olsa devam edegelmiştir.
Doğrusu, kendi çocuklarım da büyüyüp çocukluk-ergenlik-gençlik dönemlerini geçerken kendim de bir baba olarak, bu konuda daha derinlemesine düşünmek, çocukların ruhanî varlığını destekleyip geliştirecek okumalar konusuna kafa yormak zorunda kaldım. Bu arayış süreci, ülkemizde elektronik medyanın, internetin yayılıp etki alanını genişlettiği bir döneme denk geldi aynı zamanda.
Hayatın ilk oniki-onbeş yılında çocukluk döneminde, Ömer Seyfeddin kitapları ile başlayıp Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun tarihî romanlar serisi, Emine Işınsu’nun Sancı’sından başlayıp Bukağı’ya uzanan çizgideki romanları çok işe yarar.
Ancak lise yıllarında “Hayatın anlamı nedir?”, “Dünyada niçin yaşıyoruz” gibi felsefi sorularla yüzyüze gelen gençlerimize neleri tavsiye edeceğim konusunda işimiz o kadar değildir. Bu gençlerimize ilahi hakikatleri içerdiği şüphesiz olan Yunus Emre’den Niyazi Mısrî’ye kadar uzanan çizgideki tasavvufî “Divan okumaları”nı tavsiye etmenin o kadar kolay bir çözüm olmadığını konuya vakıf olanlar hemen teslim edeceklerdir. Başta Mesnevi olmak üzere bazı kıssalar içeren kitaplardaki bazı sayfaların pedagojik açıdan tavsiye edilmesinin sakıncalı olabileceği de ortadaydı.
Evliya menkıbeleri içeren “tezkire” türü kitaplarda da psikolojik açısından dikkatle okunması gereken supra-rasyonel (akıl-üstü) olguların, fizik-ötesi varlıkların tarif edildiğini bildiğim için -Feriddüddin Attar’ın “Tezkiretul-Evliya”sı başta olmak üzere- menkıbe türünden eserler de gençlere sıkıntı verebilir diye düşünürdüm. Bir örneği olarak hemen aklıma gelen ilk örnek olan Muhyiddin İbn Arabî’nin “Füsus”u benzeri felsefî tasavvuf içerikli kitaplar da bir liseliye, hatta üniversiteliye ağır gelebilirdi.
Bu mülahazlarla, gençlerin tasavvuf literatürünün ruhu besleyecek tefekkür ürünleri ile ancak erginlik döneminde (en erken yirmili yaşlarda), hiç değilse nefs-i mülhime mertebesine adım atmış bir derviş ya da muhibbi muhatap kılmak uygundur, diye düşünürdüm.
***
Dikkat ederseniz yazımda buraya kadar hep geçmiş zaman kipi kullandım. Neden? Çünkü artık öyle düşünmüyorum.
Okurun “Peki niye fikir değiştirdiniz?” diye soracağından eminim; kısaca açıklayayım:
Tasavvuf ile tanışmasını düşündüğüm, dilediğim, gençlerden birisi olmaya aday olduğunu düşündüğüm -şimdi üniversite son sınıftaki- oğlumun ortaokuldan itibaren Harry Potter dizisi romanları okuduğunu, büyük kızımın lise yıllarında Yüzüklerin Efendisi serisi filmleri seyrettiğini ne zaman ki fark edince durup yeniden düşünmem gerekti. Çocuklarımızın ruhanî varlığının da çağdaş ve saldırgan dünyanın tasallutundan mâsun olmadığını anladım.
Benim dört cildlik bir kitaptaki 2-3 hikâyeyi sakıncalı gördüğüm için o kitaptan uzak tutmayı tercih ettiğim çocuk ve gençlerimiz Harry Potter’ın okuduğu “Büyücülük Okulu” dersleri ile yüzyüze gelmişti; istesek de istemesek de… Benim bir evliya menkıbesindeki Hızır’ın “âb-ı hayat” içerek nasıl “ölümsüzlük” kazandığını izahın güçlüğünü düşünüp doğaüstü olaylardan uzak tuttuğum çocuklarımız, “Yüzüklerin Efendisi” adlı fantastik üçlemesinin asalı, aksakallı, külahlı “iyi” kahramanı “Gandalf” ile çoktan tanışmışlardı. Yesevî menkıbesindeki “Arslan Baba’nın damağında dört yüz yıl taşıdığı hurmanın yedi yaşındaki bir çocuk olan Ahmed’e ulaştırılmasını nasıl anlatayım?” diye kafa yorarken, “sihirli yüzük” eline geçen çocuğun nasıl “kötü”lerin saldırısına uğradığının sahne sahne evlerimize girdiğini, itiraf edelim ki, çoğumuz fark edemedik. Burada çoğul ifadesi kullanıyorum, çünkü bu durumun ne kadar yaygın olduğunu aynel-yakîn biliyorum.
Önce kitabı pazarlanıp ardından büyük bütçelerle çekilen kelimenin tam anlamı ile büyüleyici Holywood filmleri ile kolayca erişilebilir hale gelen “büyü”,“cin”,“hayalet” bulamacıyla dopdolu kirli çanakların önüne sürüldü acı bir gerçektir. Bunun çocuklarımızın manevi dünyasını nasıl etkileyebileceğini yorumlamak üzere Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi film serilerini geçen yıl, -epeyce zorlansam da- arka arkaya izlemeye çalıştım.
Bu izlemelerim sonunda vardığım sonuç şudur:
Çocuklarımız 12-15 yaşlarında tasavvufî anlatılarla, Allah dostlarının ibretli ve ölümsüz hayat tavsiyeleri ile tanışmalıdır. İşte bu düşüncelerin tam ortasında iken, yayınevim -H Yayınları- çocuklar için bir Yesevî kitabı hazırlamamı talep etti. Bu teklife uyarak Yesevî menkıbelerinden yola çıkarak çocuklarımız için hazırladığım “Yesevî Ata’dan Öyküler”in kısa sürede 2. baskısını yaparak gördüğü ilgi, bu alanda daha ne kadar çok yapılması gereken iş olduğunu somut olarak gösterdi.
Peki o zaman ne yapmalı?
Tasavvuf kitapları üzerinden ruhanî olguları çocuklarımıza nasıl anlatmalı?
Doğrusu bu konuda kendimi profesyonel anlamda -çocuk psikiatrisi açısından- yeterli görmüyorum. Ancak bu konuda ilgili uzmanlık alanlarında da kayda değer bir üretim olmadığı ortadadır.
Bu sitenin nitelikli okur-yazarları ile bu konuyu konuşmamız gereğine inandığım için bu konuyu gündeme getirmek istedim.
Umarım verimli bir tefekkür alışverişi, pozitif bir birikim oluşur sonuçta…
Yâ Fettâh.
***
NOT: Yorumlarını ve bu konudaki olumlu/olumsuz deneyimlerini açık ortamda buraya yorum şeklinde eklemek istemeyen dostlar hayatibice@hotmail.com adresine yazarak gönderebilirler.