Tasavvuf aşktır, cemaldir, erdemdir, ahlaktır, edeptir.
Peygamber Efendimizin ahlakıyla kuşanma seferidir. Erdem üstüne erdem kesbetme meziyetidir.
Nefsi mücadele ile cehd üstüne cehd ederek perdelerinden sıyrılıp hakikatine kavuşma marifetidir.
Aşk ile kavrulup, yanarak kendini hiç etme yolculuğudur. Özündeki kıymeti keşfetmek ve o kıymetin ışığını tüm insanlığa saçmaktır.
Bu cihat kolay mıdır?
Peygamber Efendimiz büyük cihat olarak nefs ile mücadeleye işaret etmemiş midir?
Peki öyleyse büyük cihatta muvaffak olanlar nasıl İslam’a zarar verenler olarak adlandırılır? O’nun dostluğuna nail olanlar nasıl kafir ilan edilir, tekfircilikle suçlanır?
Fıkıhçılar, tefsirciler, kelamcılar bir taraftan söz birliği edercesine tasavvufa yönelik ağır eleştiri ve ithamlarda ve hatta hakaretlerde bulunur oldu son günlerde…
Tasavvufa girmiş veyahutta kendini bir toplulukta şeyh ilan etmiş birilerinin günümüz koşullarında hataları yoktur, tamamen temizdirler demiyoruz. Elbette vardır. Sahteler, kemalata ulaşmamışlar ve kendini putlaştırırcasına etrafındaki insanları kendine tapındıranlar çoktur.
Amma velakin bunun için önce şu ayrımı yapmak şarttır. Böyle yapanlar şeyhtir. Şeyhlik tasavvuf erbaplığı anlamına gelmez. Mürşit değillerdir. Mürşit olmak ve daha da üst merhale olarak mürşidi kamil olmak herkesin harcı değildir.
Mürşitler ve mürşid-i kamiller zaten hiçlik menzillerinde kendi varlıklarından geçmiş zatlardır. Onlar kendine yönlendirmez. Peygamber Efendimizin yolundan giderek Allah’a yönlendirip sadece O’nun rızası için hizmete dücar olurlar.
Hal böyle olunca bu ayrımı bilmeden, keza hakikat erlerinin varlığını anlamadan sözleri anlaşılmaz. Fıkıhçı gözüyle, tefsirci gözüyle tasavvufa yaklaşılmaz. Yaklaşmaya kalkarsanız işte dış gözden bedenin içindeki devranı tarif etmeye ve neler olduğunu anlamaya çalışırsınız ki bu da size doğru sonuca yani hakikate ulaştırmaz. Bir varsayımlar denizinde sürüklenir gidersiniz.
İşte böyle bakanlar, tasavvuf ehlinin sözlerinin Kur’an’dan tefekkür ile çıkarılmış, hal edilmiş sözler olduğunu anlayamazlar. Tasavvuf ehlinin Kur’an’ın özüne inelim sözlerini Kur’an’ı dışlamak ve hiç okumamak olarak adlandırırlar.
Halbuki Kur’an’ın özü Peygamber Efendimiz demektir. Peygamber Efendimizin hakikati demektir. Hakikati Muhammediye ise doğrudan Allah’ın kullarına sunduğu varlığıdır. Kim bunu inkar edebilir ve kim bu yoldan gidene kafir diyebilir? Fıkıh, tefsir, kelam bunu mu emreder? Emreden fıkıh peygamberi tanımıyor ve hemhal olmuyor demektir.
Günümüzde tarikatlar ve cemaatler üzerinde bir denetim olmadığı için birçok olumsuz örneklerine rastlamak olasıdır. Bu olumsuz ve İslam ile bağdaşmayan uygulamaların yerleştiği tarikat ve cemaatler elbette İslami anlayışa yani Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği İslam’a zarar vermektedir. Bazı topluluklarda şeyhin resmen Allah yerine konulduğu veya o şeyhin Hallac-ı Mansur’un sözüne tam vakıf olmadan hakkın insandaki kıymetini hal edinmeden “ben Allah’ım” diye ortalarda dolaştığını görmekteyiz. En nihayetinde şunu belirtmekte fayda vardır ki “Allah Allahlığını kimseye vermez!”
Bu tarz yaklaşımlar doğru değildir. Tasavvuf ehli Kur’an bilen ve okuyandır. Kur’an’ı hal etmeye çalışan ve kendindeki gizli hazineyi keşfetme yolculuğunda olandır. Tasavvuf ehli aşkın dilencisi, muhabbetin müptelasıdır. Tasavvuf ehli bir karıncaya dahi zarar vermekten, bir canı incitmekten imtina duyan, ince düşünüp hareket eden, daima güzel görüp, güzel düşünen, güzel söyleyendir. Gönül fethedendir. Kibir ve ego abidesi değildir!
Şimdi böyle yetişen nesillerin, bu anlayışa rapt olmuş toplulukların İslam’a zararı olur mu? Eleştiri yaparken işte o yüzden eleştiride dahi işin erbabı olmak şarttır. Eleştiri vardır yıkar, eleştiri vardır toplar, inşa eder. Bugünlerde eleştiri yapanlar kendi çevresindekilere bakmaksızın tasavvufa saldırırcasına gönül bağlarını incitecek eleştirilerde bulunuyorlar. Farklı bir pencereden bakıp o pencereye farklı anlayışları uydurmaya çalışıyorlar. Uymayınca da dışlayıp yok sayıyorlar.
Peygamber Efendimiz böyle mi yapmıştır? Peygamber Efendimizin ahlakı bunu mu bize öğretir? Haklıyı haksızı, doğruyu yanlışı ayırt etmek farzdır. Birkaç kötü örnek üzerinden genelleme yapılarak tüm tasavvuf yok sayılamayacağı gibi tüm tasavvuf ehli ve zatları da kafir ilan edilemez, zararlı ocaklar olarak gösterilemez. Asıl bu anlayış İslam’a zarar verir ki kardeşlik bağlarını yıkar, birliği, bütünlüğü bozar, nizamı delik deşik eder.
O yüzden ne demiş büyüklerimiz:
Bin düşün bir söyle, ama öz söyle yani öz’den söyle ki söz yerini bulsun!
Ne mutlu özünden söz edip gönüller inşa edene… Selam ve hürmetle…