Cennet nimetlerinin de hem suretleri, hem hakikatleri vardır. İslam dininin suretine kavuşanlar cennetin suretinden pay alacaklar. Dünyada İslam dininin hakikatlerine (tasavvuf yoluyla) kavuşanlar cennetin hakikatlerine kavuşacaklardır. Surete kavuşmuş olanlar ile hakikate kavuşmuş olanlar cennette aynı meyveyi yiyecekler, fakat farklı lezzet alacaklardır. Bu farkın sebebi tasavvuf olacaktır.
Peki, nedir tasavvuf?
Tasavvuf hal işi olduğundan bir tek tarife sığdırılamaz, anlaşılamaz, yaşayan bilir. Fakat 700’den fazla tarifi yapılmıştır.
Kalbi saf yapmak, kötü huylardan arındırıp iyi huylarla doldurmaktır tasavvuf.
Tasavvufta ilerleyebilmek için İslam dininin öngördüğü emir ve yasaklara uymak şarttır. Ayrıca Kur’an ve sünnette çokça övülen ve emredilen zikre önemli yer ayırmak gerekir. Bunların yanında tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir rehbere (mürşit) ihtiyaç vardır. Mürşid-i kâmili aramanın dinimizin emri olduğunu Maide-35’de “O’na kavuşmak için vesileler arayın.” (Ceylanî Tefsiri) ayeti celilesiyle anlıyoruz. Bu vesile mürşidi kâmillerdir. Bu anlamda pek çok ayet mevcuttur.
Cibril hadis-i şerifinde iman ve İslam’dan sonra vurgusu yapılan ihsan tasavvufun ilgi alanına girer.
Fıkıh, tefsir, kelam, hadis, tıp, astronomi gibi bütün ilimlerin uzmanları olduğu gibi tasavvuf ilminin de uzmanları vardır ve kalp tedavisini bu uzmanlar gerçekleştirir.
Nasıl ki, fıkıh ilmini tıp uzmanından veya tefsir ilmini fıkıh uzmanından öğrenmemiz sağlıklı olmazsa; tasavvuf ilmini de diğer ilimlerin uzmanından anlayıp öğrenmemiz mümkün olmaz.
Saadet Asrında Tasavvuf
Hz. Peygamber (SAV) her hususta olduğu gibi tasavvufun terimleri olan züht, takva, tefekkür ve marifetullah hususunda da bütün insanların en mükemmeli idi.
Fakat sahabe ve onlara tabiî olanlar zamanında tasavvuf adıyla ortaya çıkan herhangi bir ilim veya dini akım yoktu. Aynı zamanda tefsir, fıkıh, kelam vb. adlarıyla tasnif edilmiş her hangi bir ilim de mevcut değildi. Dolayısıyla amelî ve itikadî mezhepler de ortaya çıkmamıştı.
Gerek tasavvuf ve gerekse İslamî ilimlerin hepsi, o devirde bir bütün olarak tatbikatta yaşanıyordu, hiçbir muhalefet söz konusu değildi. Çünkü bütün ilimlerin ve uygulamaların merkezi Allah Resulü (SAV) idi.
Tasavvuf sanıldığı gibi sonradan ortaya çıkmamış, uygulamada zaten mevcut ve tüm ilimler bir bütün olarak aynı merkezden alınıyor. Ayrıca hiçbir muhalefet ve şüphe yaşanmıyordu.
Ashab, Kur’an-ı Kerim’den okudukları hakikatleri önlerindeki Mürşid-i Ekmel’e (Hz. Peygamber) (SAV) bakarak yaşıyorlardı.
Hz. Peygamber (SAV) Kur’an ahlakına sahipti. Allah’a (CC) çok şükreder, ibadetten büyük zevk alır, ayakları şişinceye kadar namaz kılar, hıçkırıklarla ağlar, günlerce oruç tutar, günün muhtelif zamanlarında zikirle meşgul olurdu. O’nun (SAV) her halinde edep ve incelik vardı. İlmî Ledûn Sultanı’ydı (SAV).
Hz. Cebrail (AS) O’na (SAV) yerlerin ve göklerin esrarını bildiriyordu.
Miraç’ta 7 kat semayı aşmış, meleklerin tutamadığı noktaları tutmuş, bütün mekân ve makamları geçerek Allah’u Teâla’ya vasıl olmuştur. Dönüşte cennet, cehennem ve melekût âleminin acayip hallerini seyr eylemiştir. Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere mucizeleriyle akılları hayrete düşürmüştür.
Ashab-ı Kiram’ı diğer bütün insanlardan üstün kılan durum, Hz. Peygamber (SAV) önderliğine tabî olduklarındandır.
Asrı Saadet Müslümanlarının kısaca hayatları böyleydi. Halleri tasavvufî hallerdi, fakat adına henüz tasavvuf denmiyordu.
Hz. Peygamber (SAV)’den Sonra Tasavvuf
Hz. Peygamber zamanında her hangi bir müşkilat vukû bulduğunda sorun anında Efendimiz (SAV) tarafından halledilir ve asla ihtilaf çıkmazdı.
İlk ihtilaf Hz. Peygamber’in (SAV) vefatından sonra halifelik seçiminde meydana gelmiştir. Ardından Hz. Osman’ın (RA) şehadeti, Cemel Vak’ası, Sıffin Savaşı vb. zuhur etmiştir.
Büyük acılı sonuçları doğuran bu olayların akabinde ‘akide’ (iman esasları) problemleri ortaya çıkmıştır.
Mü’minlerin değişik inançlarla; Doğu-Batı felsefeleriyle karşılaşmaları, Suriye, Mısır, İran, Irak gibi ülkelerin fethiyle başlamıştır. Birçok itikadî sorunlar bundan sonra zuhur etmiştir.
Mütezile, Cebriye, Kaderiye, İmamiye (Şia) gibi ehlisünnet dışında yüzün üzerinde mezhep ortaya çıkması da bu sınır genişlemesinin sonuçlarıdır.
Neticede Hz. Peygamber (SAV) zamanında tartışılmayan şeyler tartışılmaya başlanmıştır.
Dolayısıyla Sahabe neslinden gelen berrak düşünceler kayda geçirilerek tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi müstakil ilim dalları ortaya çıktı.
Her uzman bu sancılı süreçte kendi alanını kurmaya çalışırken Hicrî II./Miladî VIII. yy’da Hasan-ı Basrî, Bişr-i Hafî, Fudayl b. İyaz, İbrahim b. Ethem, Rabia-tûl Adeviye gibi; oluşan dünyevileşme, siyasileşme, yabancılaşma, bid’atlar ve dine karşı lakayt tavırlar; züht ve takvaya önem veren bu zâtları incitmiştir.
Bu toplulukta kendi alanını oluştururken Hz. Peygamber’den (SAV) gelen ilim, ibadet, Kur’an, sünnetin deruniliğini benimseyerek, dünyanın yalancı yüzünden uzaklaşmışlardır.
Bu döneme “Züht” (Dünyadan Uzaklaşma) dönemi denir.
Tasavvufun başlangıcı bu döneme rastlar.
Bu ekip takvalarıyla öne çıkmış Ehl-i Beyt’in, Dört Halife’nin, Ashab-ı Suffe’nin, Tabî’û’nun ve Üveys-i el-Karanî gibi zümrelerin devamıdır. Durup dururken oluşmamışlardır.
Bu zümre çevrelerine yaydıkları manyetik alanlarla halkı topluyor, Hz. Peygamber’in (SAV) evrad ve ezkarlarını onlara ders olarak veriyorlar; böylece gönüller tekrar bu müstesna zâtlarla Allah’a(CC) teveccüh ediyordu.
Tefsir, Kelam, Fıkıh gibi ilimlerin eserlerine manevi bir eksen getiren, eserler ve ekler oluşturuyorlardı.
Tasavvufu, kurumsallaşması ve bütün ilimlerin yine aynı merkezde birleşmesi şüphesiz ki, hem içte, hem de dışta İslam âleminin paramparça olduğu bir dönemde (H. V./M. XI. yy’da) Gavs’ul Azam Seyyit Abdulkadirî Geylanî’nin önderliğinde oluşmuştur. Yetmiş bin insana aynı anda ders veren, dünyada hâlâ tek medrese Kadiriye Medresesi’dir. Tarikatların merkezi konumundadır. Bütün dallar oraya dayanmaktadır. (Nehru’l-Kadiriyye)
Bununla beraber hepsi Kur’an ve sünnete dayanan, mahlûkatın nefesleri adedince Hakk’a ulaştıran yollar vardır. Bu anlamda Kâdirilik, Rufaîlik, Mevlevilik, Nakşîlik, Yesevîlik gibi tarikatlar kurulmuştur. İslam dünyasının dört bir yanını nura gark etmişlerdir. Allah (CC) onlardan razı olsun.
Tasavvuf ne Yahudi ne de Yunan filozoflarının uydurması değildir. Tasavvuf bilgilerinin hepsinin kaynağı Resulullah (SAV)’dır.
İmam-ı Malik Hazretleri buyurdu ki, “Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid’at ehli sapık olur. Her ikisini öğrenen hakikate kavuşur.” (Merecül Bahreyn)
Evliyalığa kavuşturan yol tasavvuftur.
Tasavvufun etkisini İslam coğrafyasındaki mimari eserlerde, sanatta görmek mümkün. Selimiye, Süleymaniye, Sultan Ahmet Camiîleri’nde, Mevleviye Dergâhı’nda, hat sanatında vs. hep tasavvufun estetik anlayışı hâkim. İslam coğrafyasının sınırlarının genişlemesi ve Müslümanların sayısının çoğalmasının temelinde de tasavvufun hoşgörüsünün, sevgi merkezli oluşunun ve mana erlerinin manyetik etkisinin hüküm sürdüğü bilinmektedir.
Kamerun diye bir ülkenin bir kadiri dervişiyle Müslüman olduğu bilinmektedir. Tek başına bir derviş, hangi manevi halle, etrafına bir ülkeyi alıp Müslüman eder? Bunun üzerinde tefekkür etmek gerekir. Neden günümüz Müslüman ilim adamları (!) bunu yapacak durumda değiller?
Günümüze kadar ulaşan İslami eserlerin neredeyse tamamı şüphesiz ki tasavvuf önderleri tarafından oluşturulmuştur. Şimdiki uzmanların yazdıkları tamamen Onların birikimleridir.
İmam Ebu Hanife şöyle buyurur:
“Cafer-i Sadık ile iki yıllık tasavvufi geçmişim olmasaydı helak olurdum.”
İmam Ebu Hanife bile helak olmaktan korkuyorsa, biz neyimize güvenelim?
Neticede Fıkıh, Kelam, Hadis, Tefsir, Tasavvuf ve sair ilimlerin her biri dinin kendisinden başka bir şey değildir. Bunların tek bir tanesini bile şeriattan ayrı düşünmek delalettir.
Bunların herhangi birini yok saymak, Kur’an ve sünnetin bir bölümünü yok saymaktır.
Tasavvuf olmazsa bütün ibadetlerin ruhu yok olur. İbadetler şekilden ibaret kalarak boşa gider.
kaleminize sağlık ehli sünnet alimlere ihtiyacın çok fazla olduğu günümüzde sizin gibi kıymetli hocalari yerel ve ulusal medyada görebilmek daha geniş kitlelere ulaşabilmek duası ile
Hay Maşallah. Allah razı olsun Selma hocam. Yine mükemmel detaylara her kesimin rahatlıkla anlayabileceği bir dille değinmiş ve anlatmışsınız. Sizin yüreğinden öğreneceğimiz çok şey var.
Her yazinizda yeni bir ufuk açılıyor ve tefekkür ettiriyor seyidem
Ehli sünnet ve tasavvuf ehli gönül erleri , Mürşidi Kamillere gönlümüzün ihtiyacı var. Rabbim yollarında eylesin inşaallah. Dinin hakikati bu idrak etmek nasip olur inşallah
Hürmetler seyidem