1980 sonrasında İran Devrimi ve Afgan Cihadı ile oluşturulan mezhepsel ayrılıkların keskinliği, 12 Eylül sonrasında da iç konjonktürde oluşturulan dini eğitimdeki değişikliklerle Türkiye’de selefi akımına karşı direnç teşkil eden damar zayıflatıldı.
İran Şiiliğine karşı yükselen Selefilik akımı Müslüman dünyasını ayırarak şekillendirdi.
İran’daki Şiiliğe karşı Suudi Arabistan’daki Selefi-Vehhabilik güç kazandırıldı.
Bu şekilde iki radikal akım ile İslam dünyası ikiye bölünmeye çalışıldı.
Bu radikal akımlara karşı orta çizgide yer alan, daha yumuşak ve İslami tavrı ile orta nokta teşkil eden Türkiye geçmişten beri bu akımların güç kazanmasını engelliyordu.
Bunu da tasavvufi ekollerle yapıyordu. İslam’ın cemali yönü öne çıkarılarak, değerler ve erdemlerle dolu İslami yaşamla bir örneklik teşkil ediliyordu.
Bu daha sonraları tasavvufa bakış açısının değişimi ve algıların yönetimi ile mücadele edilir konuma gelinmesiyle denge noktasının ortadan kalkmasına yol açtı.
80 darbesiyle başlayıp günümüze kadar devam eden ‘mezhepler üstü din eğitimi’ programı ile İmam Hatiplerde, İlahiyat Fakültelerinde ve okullarda verilen din eğitiminde Selefi etkisi ve yöntemi göze çarpmaktadır.
Nedir Selefilik derseniz?
Peygamber Efendimiz dönemindeki müslümanları sadece müslüman olarak kabul eden ve onun haricindeki dönemlerde bozulmalar olduğunu ileri sürerek bunların dışındaki yaşayışların olmasını kesinlikle kabul etmeyen ve kabul etmedikleri gibi de kafir ilan eden, kafir oldukları içinde bu insanları öldürme yetkisinin doğrudan İslam tarafından kendisine verildiğine iddia eden ve inanan bir akım.
Özetle kendi görüşlerini benimsemeyeni kafir gören ve öldüren bir radikal, İslam ile bağdaşmayan bir düşünce akımı…
Bu akımın liderlerinin yazdıkları ve kendilerince doğruluklarını ileri sürdükleri bir çok kitap var.
Çok ilginç ki bu kitaplardaki görüşler ve fikirler 80 sonrasında dini eğitim kurumlarımızdaki eğitim kitaplarında da yerini almaya başladı ve okutuldu.
Bugün bu eğitimi almış bazı kişilerden Selefice ayrımlarla insanları böldüğünü, kafir ilan ederek kendince hükümler yağdırdığını, hatta ve hatta baskılar oluşturma çabasında dahi olduğunu görüyoruz.
Bir cami kütüphanesinde bu akımları savunan kitapların okunduğunu ancak bunun ayırt edilemeyecek kadar sindirildiğini görmek endişe vericidir.
Ayrıca bazı camilerde levhaların kaldırılması hali de bunun bir tezahürü olsa gerek..
Osmanlı-İslam- İrfan geleneğinde ‘Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin’ ismi şeriflerinin yazıldığı bu levhalar sakıncalı olarak görülmesi bu akımın içimize kadar işlediğini gösteriyor. Bunun arkasında Selefi akımının okuduğumuz kitaplara serpiştirilen görüşlerini artık ayırt edemediğimiz ve tarikat ehlinin buna karşı atıl kalması da yatıyor malesef.
Bu akıma asıl kalkan olacak tasavvufi- irfan-hakikat damarıdır ki bu damarlar da ayrıştırmaz birleştirir. Hor görmez bütünleştirir. Baskı yapmaz, dini şekillendirmez muhabbetle içselleştirir.
Son olarak Müslümanlığa ve ülkemize yapılan bu operasyon hala devam etmekte olması ise endişe vericidir.
Dolayısıyla buna karşı mücadelemiz çok çetin ve dirayetli olmalı ki batın batıl olana galip gelsin.