Son günlerde gerek görsel basında, gerekse yazılı basında canımızı çok yakan haberlerin başında, “Şehit”lerimiz var. Bir başka konuya niyetlenmişken, elimiz de gönlümüz de bizi bu konuya yönlendirdi. Bu topraklarda yaşayıp da bu kadar savaş görmüş bir millette şehidi ya da gazisi olmayan aile azdır.
Yakın bir geçmişte yaşanılan, dedelerimizin, ninelerimizin katıldığı Kurtuluş Savaşı’nın özellikle, Çanakkale Zaferi’nin üzerinden henüz yüzyıl geçti. Yedi düvele karşı kazmayla, kürekle, dişle, tırnakla yapılan unutulmaz mücadele. Yeni Zelanda nere Çanakkale nere…On beşliklerimiz, dedelerimiz, vatan aşkıyla yanan herkes, kutsalları uğruna can vermeye düğüne gider gibi gittiler. Elif Anayla özdeşleşen kadınlarımız, sırtlarında bebeleri kağnılarla silah, erzak taşıdılar cepheden cepheye. Kucağında ölen bebesinden bihaber, hayvanının yerine, kendini koştu kağnıya.
Bu millet başka bir nurla yaratılmış, hangi devirde, hangi koşulda olursa olsun “Söz konusu vatansa, gerisi teferruat “ diyebilenlerden. Vatan bizim anamız, babamız, atamız, dinimiz, imanımız, sevgilimiz, namusumuz, kutsalımız özgürlümüz.
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”
Zaman geçti, devran döndü, yine savaş. Nice yiğitler, Şehitlik libasına bürünmede. Hepsi hayatının baharında, geride gözü yaşlı analar, eşler, yavrular. Hepsi gönül birliği etmişler, “ Vatan sağ olsun” demedeler. Onların onurlu duruşlarından, kalbimiz sızlıyor. Bizler evimizde, sıcacık yataklarımızdayız, pek çoğumuz olanların farkında değil. Kardan göz gözü görmezken, bir bardak çayla ısınmaya çalışan, “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar”la savaşan Mehmedim. Sen şehit oğlusun, diyen bir milletin evlatları.
Şehit: İnancı ve inandığı değerler uğruna, kutsallarımız için savaşan ve bu uğurda can veren kimse anlamına gelir. Arapça bir kelime aynı zamanda “Şahit”
Şahit: Gören, tanık olan, bir olayı haber veren, kesin bilen.
Şahit ve şehit kelamları tasavvufi anlamlar da içerirler ve Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette geçerler. Arabî Hazretleri’ne göre şehitler, şahitler, her an, Allah’ın c.c yeni bir şende olduğunun idraki içindelerdir. Hiçbir yer, Rabbimizin esmalarından ve sıfatlarından ayrı değildir. Her ne var ise varlık suretinde görünen, özü Hak’tır. Bu idrake erebilmek büyük, hatta en büyük savaştır. Kendi nefsinin beşeri isteklerinden kurtulmak, onları Yaratanımızın terbiyesi altında; nârdan, nura döndürmek, zor bir mücadeledir. Bunun için şahit olmak gerekir. Kendinin özünü bilmek için çalışma, kâinatı gözleme, zerreden, kürreye yaratılmış olan varlıkların diri olduğunun farkına varma. Hayat sıfatında Hayy olan gerçek varlığı görmek ne azim bir iş. Dağlar, taşlar görünürde ölü hükmünde zahir ehline. Yerinde duruyor gibi gelir, büyümüyor, ölmüyor, üremiyor. Oysa Allah c.c. Hayy ve Kayyum olduğunu, tüm mevcudadta bulunduğunu anlatıyor. Nice kayalıklar var, içlerinden hayat kaynağı sular fışkırıyor. Devasa bir nefesle içlerindeki madenleri ve zenginlikleri yanardağ ağızlarından, Zilzal Suresinde anlatıldığı gibi püskürtüveriyor; hani cansızdı, cansız nefes alır mı!? Ya da yuvarlanır gider mi ya da okyanusların altında yüzebilirler mi!? Ya tohumlar, uzun süre ölü gibiler. Şahitlik ederiz ki uygun zamanda, uygun toprağa, rahime ekildiklerinde canlanıveriyorlar. “ Çevir gözünü bak, bir daha bak” ayeti tecelli ediyor. Allah bakmamızı ve baktığımız yerde Kendisini görmemizi istiyor yani Şehit, şahit olmamızı.
Gerçekten Basir esmasını çalıştıranlar, bakarlar; Basiretini çalıştıranlar kalp gözleriyle idrak ederler, Şehitler ise kendilerindeki Hakkı, tüm varlıkta da seyrederler. Var oluşun esrarından fenâ bulurlar. “ŞehidAllahu” mânâsına garkolurlar.
Şehitliğe eren kişiler, İlahî doğrular uğruna can verdikleri için “Onlara ölüler demeyiniz, onlar diridirler” ayetiyle müjdelenmiş cennet ehli, gönül yolcularıdır. En tatlı şey hayattır. Ondan Allah, vatan millet, din adına vazgeçmek ve seve seve uğruna can vermek, sevdayı gerektirir. Bu Aşk Kal-u Belâ’dandır. Görmek, tanık olmak ve ikrar vermek nasip işidir. Orada Şahid olanlar ve işitenler bu Âlemde de Hakkın Vechi’ne mazhar olurlar. Tüm şehitlerimize selam olsun. Nur Âlem nur kınalı kuzularımız .
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse, o pak alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi!
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi, kimler kazsın?
Gömelim, gel seni tarihe desem, sığmazsın.
…….
Sen ŞEHİT OĞLU ŞEHİT, isteme benden makber
Sana aguşunu açmış, duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy.