Cumhuriyet yönetimi kurtuluşu, kendi kültürünü yeniden üretmek yerine, Batı kültürünü bir ayıklamaya tabi tutmadan bütünüyle benimsemede buldu. Devletin kuruluş yıllarında çarşıları, camileri, medreseleri, dergâhları, müziği, mimarisi ve yaşama biçimiyle yüzyılların birikimi Osmanlı kültürü toptan reddedildi.
İlk peygamberden son peygambere kadar İslam kültüründen iz taşıyan her şey ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yapıdan bir bir sökülüp atıldı. Batı değerleriyle birlikte yaşama biçimi, tartışılması söz konusu olmayan kutsal ölçüler olarak kabul edildi. Batı hukuku olduğu gibi benimsenerek İslam dünyasının çok renkli bir mozaiği olan Anadolu, İslam medeniyeti havzasından çıkarak, Batı medeniyeti havzasına katılmayı bir devlet politikası haline getirdi.
Türkiye’de İslam’ın ölçü ve değerleri, çağdışı ilan edilirken, Batının ölçü ve değerleri kutsal normlar olarak kabul edildi. Cumhuriyet yönetimi, Batılılar gibi yaşamada büyük başarı sağladı. Ancak Batılılar gibi üretmesini öğrenemedi. Arap harflerini bırakıp Latin harflerini almak, fesi çıkarıp şapka giymek, Türk toplumunu Avrupalıların üretim gücüne ulaştırmadı.
Ekonomi ve yönetimdeki tıkanmanın ana sebebi, Cumhuriyetin temelindeki bu hatalı seçimdir. Bir ülke kendi olmayı bırakarak, başka bir topluma benzemeye kalkarsa, özendiği dünyanın üretim gücüne ulaşamadığı gibi, onların yardımı olmadan da ayakta duramaz. Yardım alanlar da, yardım aldıklarının verdikleri talimatlara uymak zorunda kalırlar.
Türkiye’deki ekonomik tıkanmanın önünü açmak için, yardım alan bir ülke değil, yardım eden bir ülke konumuna gelmek gerekir. Bunun için devlet ile toplum arasında Cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne devam eden soğuk ve sıcak savaşın mutlaka durması gerekir.
Toplumlarıyla savaşan yönetimlerin, ekonomide başarılı olmaları mümkün değildir. Çünkü ekonomi insanın gölgesine benzer. İnsan yoksa gölgesi de olmaz. Farabi, erdemli şehri sağlıklı bir bedene benzetir. Erdemli ülke de erdemli şehir gibidir. Bir ülke yönetenleri ve yönetilenleri, üretenleri ve tüketenleri, ithalatçıları ve ihracatçılarıyla aynı gaye doğrultusunda bir vücudun organları gibi, birbirleriyle yardımlaşarak çalışamazlarsa, üretim gücünü büyütmede başarılı olunamaz.
Türkiye’de ekonomik tıkanmanın önüne geçmek için, yürürlükteki zihniyetin topyekün değişmesi gerekir. Ekonomi, zihniyetin, daha açık bir deyişle, değer ve düşünce sisteminin ekonomik yapıdaki yansımasıdır. Yürürlükteki zihniyeti değiştirmeden, ekonomik tıkanmayı gidermek ve üretim gücünü arttırmak mümkün değildir.
Dünyada soğuk savaş döneminin kavramları gibi, iki yüz yıllık pozitivizmin değerleri de geçerliliğini büyük ölçüde yitirdi. Artık ekonomide, politikada ve yönetimde geçmişte söylenenler, yarına ışık tutmuyorlar. Başta ekonomi olmak üzere her alanda Mevlana’nın dediği gibi, yeni sözler söylemek gerekir. Marks’ın “altyapı” ve “üstyapı” modeli ile Adam Smith’in “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı Anadolu insanına coşku vermiyor. Sovyetler Birliği’nde ekonomik yapıyı güçlendireceğiz diye inancı yok edenler, üretimde büyük bir başarısızlığa uğradılar. Toplumların “afyon”u, Sovyetler Birliği’nde din değil, dinsizlik oldu.
“Din afyondur” diyen Komünizmin cenaze töreni yapıldı. “Allah yoksa her şey mübahtır” diyen liberalizmin de cenaze töreni yakında yapılacak. İktisat kitaplarında, bir papağana arz ve talebi öğretebilirseniz, onu iyi bir iktisatçı da yapabilirsiniz, denilir. Ekonomide başarının yolu arz ve talep yasasını kavramaktan geçer. Arz ve talep yasalarının işleyişi üzerinde ilk ciddi çalışmaları başta Gazali ve İbn Haldun olmak üzere Müslüman düşünürler yapmıştır.
Diğer bilimler gibi, ekonomi de Batılıların tekelinde değildir. Türkiye’nin sorunu Anadolu insanını harekete geçirerek mal, hizmet ve bilgi üretim gücünü artırmaktır. Bunun için devletin Anadolu insanıyla barışık olması gerekir. Üretim gücünü büyütecek olanlar, Anadolu’nun inanmış, erdemli insanlarıdır. Erdemli bir insandan daha güçlü bir kaynak olmadığı gibi, daha verimli bir üretim girdisi de yoktur. Önümüzdeki yıllarda üretim gücünün kaynağı, sermaye ve ham madde kaynaklarından daha çok, kendini bilen, vizyon sahibi ve dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen inanmış insan olacaktır.
Şeyh Galip’ in dediği gibi, evrenin özü olan insan orta ve uzun vadeli ekonomi politikalarının da özü ve özetidir. Gelecekteki ekonomik başarı, Batı’da olduğu gibi, başkalarının kaynaklarına el koymak için savaşanların değil, kendi kaynaklarını en verimli bir biçimde kullanmak için yarışanların olacaktır.
Türkiye ekonomide yapısal bir dönüşümü gerçekleştirebilmek ve döviz dar boğazını aşabilmek için yönünü dış dünyaya döndürmek zorundadır. Dünyası dar ve sınırlı olanların, ekonomileri de küçük ve sınırlı olur. Artık dünyada sınırlar anlamını büyük ölçüde yitirmiştir. Avrupa ülkeleri kalitesinde ve pasifik ülkeleri maliyetlerinde üretim yapamayan Türkiye’nin dar boğazdan çıkması çok zordur.