Düzenli olarak yazı yazmak, bir yazar için fikir hayatının en zor işlerindendir. Bunun için zaman ayırmanız yanında aktüaliteden kopmamak için güncel konuları ve olayları da izlemeniz gerekir. Bu internet gazetesi için benden yazı talep edildiğinde bu nedenle, on beş gün periyodlarla yazmayı kabul ettim. Bu sayfada, okur için yararlı olması düşüncesiyle güncel olaylarla ilgili bir şekilde tasavvufun günümüz dünyasında anlam ve önemine dair konular üzerinde durmak niyetindeyim.
Böylesi ilkyazılar bir yerde yazarın kendisini takip edecek okurlar için bir tür taahhüdü olmak zorundadır. Benim okur için vaadim, çeyrek asrı aşan çalışmalarımla kazandığım Pirimiz Hazret Sultan Yesevî’den edindiğim bilgileri, Divân-ı Hikmet’ten aldığım feyzi yansıtma çabası olacaktır. Günümüz Türkiye’sinde İslam ile, tasavvufun hayata yansıyan görünümleri ile ilgili konular hep gündemdedir, anlaşılıyor ki uzunca bir süre daha gündemde olmaya da devam edecektir. Dolayısıyla konu sıkıntısı çekmeyeceğimi tahmin ediyorum.
Pir-i Türkistan Yesevî çizgisinde tasavvufî bir neşveyi taşımayan bir Müslümanlığın özellikle günümüz gençliği için çok da cazip bir tablo sunmadığı ortadadır. Bundan 850 yıl önce 1166 yılında fanî âlemden bekâ âlemine sefer eyleyen ancak bütün Türk yurtlarındaki manevî tesiri halen de devam eden Yesevî tarzında bir İslam’ı anlama ve yaşama yöntemi geliştirilmezse bu toprakların manevî hayatı giderek renksizleşecek ve solacaktır.
Ahmed Yesevî’nin sözlü anlatımlarda bütün Orta Asya’daki unvanı ‘Hazret Sultan’dır. ‘Hazret’ kutsal insanlara, ‘Sultan’ da güç sahibi, kudret sahibi olanlara işaretle söylenir. Peki, ‘Hazret Sultan’ ne demektir? Bu sözden ‘Maneviyatın sultanı olan Ahmed Yesevî’ anlaşılır. Yazılı kaynaklarda ise Ahmed Yesevî “Pir-i Türkistan” olarak anılmıştır: “Türkistan’ın Piri”. Tabii, bu önemli isimlendirmenin kaynağını merak ettim, literatürden araştırdım. Yanıtını bir tevafukla, hiç beklemediğim bir yerde buldum: Ferîdüddin Attâr isimli ünlü sufi Mantıku’t-Tayr kitabında değişik evliyaların menakıbını bir araya getirmiştir. Menkıbelerden birisini naklederken diyor ki “Pir-i Türkistan dedi ki, beni dünyaya iki şey bağlıyordu. Birisi oğlum İbrahim, birisi de şu çok sevdiğim kır atım. Oğlum İbrahim’i, gönül bağladığım evladımı öldürdüler. Ve böylece benim dünyayla olan bir bağımı kestiler. Dünyaya olan diğer bağımı da yani o çok sevdiğim kır atımı da oğlum İbrahim’i katledenlere ben hediye ediyorum ve dünyadan böylece tefrit oluyorum, uzaklaşıyorum. Dünyadan kendimi tecrit ediyorum.”
Ferîdüddin Attâr, bu ibretli anlatıyı kayıt ederken “Pir-i Türkistan” sözünü kullanıyor. Yesevî menkıbesini bilen birisi hemen anlayacaktır ki, burada kastedilen “Pir”, Hoca Ahmed Yesevî’dir. Ferîdüddin Attâr, (ö. 1121, Nişabur) kendisinden 55 yıl önce irtihal etmiş olan Ahmed Yesevî’nin unvanını “Pîr-i Türkistan” olarak eserine kaydetmekle tarihî bir iz bırakmıştır. Sözler uçar yazı kalır.
Geçtiğimiz yıl UNESCO tarafından kabul edilen bir kararla 2016 yılının Hoca Ahmed Yesevî Yılı olarak kutlanması kabul edilmişti. Yesevî yılı ilan edildikten sonra ülkemizde hem akademik alandaki hem de kültürel faaliyetlerle Ahmet Yesevî ismi gündeme geldi. Birçok konferanslar, seminerler ve sempozyumlar yapıldı. Bu seminerler ve konferanslardan önemli bir kısmına sağ olsunlar dostlarımız davet ettiler. Katılabildiklerim oldu, mazeretlerim nedeniyle katılamadıklarım oldu ama özellikle geçtiğimiz yılın bahar döneminde Uluslararası Ahmed Yesevî Üniversitesinin düzenlediği sempozyum gerek katılımcılarının düzeyi gerekse bildirimlerinin niteliği itibariyle bu faaliyetler arasında seçkin bir yer edindi. İstanbul Üniversitesinin düzenlediği uluslararası sempozyum da bildirilerin niteliği ile kalıcı bir Yesevî külliyatı oluşturulmasına önemli bir katkıda bulundu.
1993 yılında Ahmet Yesevî ile ilgili ülkemizdeki ilk Yesevî sempozyumunun bildiri kitapcığı yaklaşık 160 sayfalık bir metinden ibaretti ve zannediyorum onbeş civarında bildiriyi bir araya getiriyordu. İstanbul Üniversitesinin iki büyük cilt olarak yayınladığı bildiri kitabının hacminin 1969 sayfa olduğunu düşünürseniz bilim alanında Yesevî kültürünün ulaştığı düzeyi takdir edersiniz.
Yesevî yılıyla ilgili bilançoyu niye çıkarıyorum? 2016 yılında gerçekten Ahmet Yesevî Türkiye’de bugüne kadar hiç olmadığı kadar gündeme geldi; bugün Google’da bazı şeyleri tespit etmek mümkün olabiliyor, yani bir iş ne kadar revaçtadır, değildir Google araması yapıp bakarsanız gerçekten çok ciddi anlamda bir Ahmed Yesevî kültürü Türkiye’de teşekkül etmiştir.
Yazımı okuyacak olan okurlara Yesevî yılında hikmetlerin sözlerine yaptığı bestelerle büyük bir hizmeti yerine getiren Mehmet Sabir Karger ile, daha önce aynı hizmeti yapan Özbekistan’ın büyük sanatçısı Dedehan Hasan’ın hikmet bestelerini youtube sitesinden bularak dinlemelerini tavsiye ediyorum. Bu yazıyı okurken bu eserleri okumalarına eşlik ettirerek dinlerlerse çok hoş olacaktır:
“Bî-şek bilin, bu dünya bütün halktan geçer haaa..”