Dil, tarih ve coğrafyanın derinliklerine inmeden, Ortadoğu’nun, ekonomik, siyasal ve kültürel zenginliklerinin değerini kavramak mümkün değildir. İnsanlık tarihi içinde, Ortadoğu’nun yeri doldurulamaz bir önemi vardır. İnsanlığın düşünce ve eylem serüveninde kutsal kültür adına ne varsa hepsi Ortadoğu kaynaklıdır. Ortadoğu dinlerin, dillerin ve ırkların birlikte yaşadığı, birbirine karıştığı, yerüstü ve yeraltı kaynaklarıyla, çekim merkezi olmuş, zengin bir coğrafyadır.
İslam’ın ilk yıllarından, Romalılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Eyyübiler, Mısır Memlukları ve Osmanlı dönemlerine kadar Ortadoğu, stratejik ve kültürel önemini hep korumuştur. Kendisini Ortadoğu’nun “hakimi” değil “hadimi” olarak gören, Yavuz Selim ile Suriye, Hicaz ve Mısır Anadolu ile bütünleşmiştir. Beyrut, Şam ve Kahire; Üsküdar ile Mekke, Eyüp ile Medine, Kadıköy ile Kudüs kapısı olan İstanbul’un güvencesi altına alınmıştır. Ortadoğu’da 1517’de başlayan “Osmanlı Barışı”, 1917’ye kadar aralıksız dört yüzyıl sürmüştür.
Üst düzey yönetimde etnik köken gözetmeyen, kimseyi dinini ve dilini değiştirmeye zorlamayan Osmanlı insanının gücü; “Sinan akıllı” ve “Yunus gönüllü” olmasından kaynaklanır. Osmanlı insanı gittiği her yerde “Ya Sinan ya Yunus” değil, “hem Sinan hem Yunus” olmayı bilmiştir. Bu yüzden, Ortadoğu ve Balkanlar en başta olmak üzere, Osmanlılar gittikleri her coğrafyayı; çarşılar, çeşmeler, camiler, dergahlar, hamamlar ve hanlarla donatarak, ekonomik ve kültürel hayata büyük bir canlılık kazandırmışlardır.
Yüzyıl önce, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Osmanlıların Ortadoğu’dan çekilmesiyle, açgözlü Avrupalılar Amerika’nın altınlarına hücum eder gibi, Ortadoğu’nun petrollerine hücum etmişlerdir. Sahip oldukları petrol yataklarına göre; Ortadoğu coğrafyası, kaynaklarına kolay el konulabilecek, küçük devletlere bölünmüştür. İngilizler Almanya’dan sürülen Yahudilere, bir vatan bulmak amacıyla, Filistin’de İsrail devletinin kurulmasına öncülük yapmışlardır. Birbirinden ayrılmaz ikili, Amerika ve İsrail, el ele vererek, Ortadoğu’yu dehşet verici bir kan gölüne çevirmişlerdir.
Türklerin tarihinde ve hafızasında çok canlı ve çok güncel olan Ortadoğu, yüzyıl sonra yeniden dünya güçlerinin, hesaplaşma ve doğal kaynakları paylaşma coğrafyası olmuştur. Amerika Osmanlı insanının yüzyılların içinde inşa ettiği ve özenle koruduğu barış ortamını dinamitlemiştir. İsrail’in peşine takılarak, bütün bir Ortadoğu’yu Balkanlaştırmıştır. Ortadoğu ülkeleri, birbirlerinden nefret eden, birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Balkan ülkeleri olmuşlardır. Dünyanın yeraltından kültür fışkıran coğrafyası, gökyüzünden ölüm yağan coğrafyaya dönüşmüştür.
Ortadoğu’nun simgesi Kudüs, dünyanın “Açık Hava Müzesi” ve kutsal kültürün “Açık Öğretim Üniversitesi”dir. Bunun için Kudüs, Osmanlı insanın elinde, bütün sorunları çözen ve kapalı kapıları açan, bir altın anahtar olmuştur. Kudüs peygamberler şehridir. Osmanlılar kendilerini Kudüs’ün sahipleri olarak değil, koruyucuları olarak görmüşlerdir. Kudüs’ün sahipleri peygamberlerdir. Kudüs’te kan dökenler döktükleri kanda boğulurlar.
Ülkelerin birbirleriyle savaştığı, canlı bombaların ölüm yağdırdığı Ortadoğu’da, Osmanlı unutulmaz, aranır ve özlenir.
Osmanlı Devleti’nin en büyük zenginliği “Adalet Dairesi”ne odaklanan adil yönetimidir.
Osmanlı insanı “senin dinin sana benim dinim bana” demesini bilmiştir.
Adalette hiçbir devlet başkanı Neçaşi’den geri kalmamalıdır.