İnsan seyirci olmayı öğrendiği vakit âlemi de seyre başlar.
Olaylar karşısında seyrin en nihai noktasına ulaşsa da pencerelerden bakar ki dokunmasın ona bu yanılsamanın hiçbir yalanı.
O yani seyirci olmayı kabul eden kimse gerçekliğin peşinde durmadan en hakiki olanı arar.
Bunun için yapması gereken de bu âlemin içinde bu âlemden soyutlanarak seyirci olarak kalmayı başarabilmesidir.
Bunu başarabilmeli ki o “Tek” olan “Hakiki”ye rücuyu gerçekleştirebilsin.
Eğer insan varlığı, bu yaşantının içinde düşünceden meydana gelmiş olan yansımayı gerçekliğin içine dahil edecek olursa gerçeklik dengesini şaşırır ve içinden çıkılamayacak bir hâl alır.
Olaylar karşısında ne zaman ki gözlemci olmayı öğrenir insan işte o zaman “Tek Gerçekliğin” ve “Mutlak Hakiki Vârlık”ın “Aziz olan Allah” olduğunu keşfeder.
Ve bu keşif onu dünya hayatından soyutlar.
Bu soyutlanma hiçbir şeye karışmamak anlamında değildir elbet…
Burada önemli bir mevzu bahis vardır ki o da şudur: İnsan kendindeki değer unsurunu ancak ve ancak dışardan bir seyirci olduğu takdirde fark edebilir.
Aksi halde bir yalanın içinde yansıma olarak kalmaya devam edecektir.
O halde, pencerelerden seyretmeli kendini.
Olayların tam merkezinde ancak bir koruma altında, her şeyin farkında ancak hakiki olanın muhabbetinde, hem içeride hem dışarıda, sadece bir seyirde…
Aslında tüm mesele nereden baktığında… Bir gözlemci misin, kendinin ve sana sunulan değerin farkında mısın?
Yoksa kalabalığın içinde sıradanlaşan ve hayatın devam döngüsünü kendinde bir marifet sayan küçücük bir nokta mısın?
Pencerelerden Bakmak
Yorum Yazınız