Bizi biz yapan en önemli varlığımız ruhumuz, yani özümüzdür. Çektiğimiz bütün sıkıntılar ise özümüzü tam idrak edemeyişimizden dolayı. Hayatımız ise hep nefsimizle mücadele ile geçiyor. Nefsimizde ruhumuzu örten kalın bir kabuk (bir örtü)tur. Bir dostum dedi ki; Adıyaman Menzil’de oranın mürşidi dervişleri ile sohbet ederken önüne bir perde çekiyormuş. Neden, dedim. Dedi ki; çünkü Resulallah (s.a.v) miraçta Rabbi ile perde arkasından konuşmuş.
Oysa miraçtaki perdeden kasıt O’nun bedeni idi. Netice hepimiz karanlıkta bu anlayışlar içinde boğuşup duruyoruz. Karalıktayız çünkü uyku modundayız. Yani bir nevi ölüyüz (Onlar ölü gibi uykuda oldukları halde sen onları ayıktırlar sanırdın. Kehf süresi 18)
Hepimiz özümüzü (ruhumuzu) daha tanımadan uyku modunda bir nevi ölü halindeyiz. Neticede nefsimiz hasta ve kirlidir. Peki, neden bu böyle? Çünkü nefsimiz sürü bilinci tesirinde zanlarımıza takılmış durumda, bir türlü bundan kurtulamıyor en büyük ve tehlikeli zanlarımızda dini inanç olarak aslını bilmediğimiz bir sürü kabullerimiz. İnanıyoruz ama nedir onu bilmiyoruz. Bir sohbette aynı mânevi yolda olan bir ağabeyimiz fakire “Neden yazı ve sohbetlerinde Socrates gibi İslam dışı kişilerden bahsediyorsun?” diye tenkit etti. Dedim ki, “Muhterem hocam bak! Pirimizin Niyazi Divan Şerhi eseri 231 sahifesinde (Eflâtun yani Platon nebi idi kavmi bilmedi) diye Resulallah (s.a.v.)’ın hadisi var. Platon’da Socrates’in talebe ve halifesi. Eğer bu Socrates İslam değilse kim İslâm’dır?”
Maalesef fanatik anlayıştan kurtulup özgürce düşünemiyoruz. Oysa bütün kutsal metin ve kitaplarda mükâfat olarak huri verilmesi demek, hürriyet verilmesi yani özgürlüktür. Bir insanın mümin olması için mutlaka özgür olması şarttır. Yoksa o kişi nefsinin kuludur, kendine tapandır.
İsviçreli günümüz modern psikolojinin kurucusu Prof. Dr. Carl Gustav Joung (1875-1961)… Bu zatın Kehf süresi tevilini okuduğumda hayran olmuştum. Bu zat diyor ki: “Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır. Kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşf edenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyası içinde kaybolur. İçeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” Ve şöyle devam ediyor: “Ben inanmam BİLİRİM. Bu ne demek? Doğduğunda SAFİYULLAH olan bebeğin anne memesini emmesini BİLDİĞİ gibi. BİLMEK emin olmak MÜMİNLİK hâlidir.”
Bu âlemde insan için en önemli olan şey özünü, yani ruhunu Rabb’ül Hasını tanımaktır. Yine M.Ö. 570-495’de yaşamış Pisagor, İtalya’da fanatiklerin saldırısı ile yanan bir konağın enkazı altında ölmek üzere iken gelen talebelerine söylediği son sözleri: “Evlatlarım insan bu âleme yarım elma olarak gelir, yaşamında diğer yarısını bulamazsa vay onun hâline.”
Efendimiz (s.a.v.) bir hadis şerifte “Biz Ali ile elmanın iki yarısı gibiyiz.” buyurdular. Efendimiz (s.a.v.) son nefeslerinde “Er refikül âlâ-Ey benim âlâ dostum” buyurdu.
Netice özümüzü görmek dedik???
Hz. Pir Seyyid Muhammed Nur’ül Arabi (k.s.a.) sordular: “Resulallah (s.a.v.) rububiyyet sırrında mazharı tam olduğu halde neden Rabbini Ali (a.s.)’da gördü?” Buyurdular ki: “Aynada görmek daha açık ve mükemmeldir. Eğer bu büyük sır tam açıklansa idi insan şuuru donup kalırdı.”
Cenabı Hakk (c.c.)’den niyazımız; Yarabbi Ehl-i Beyt hürmetine bize özümüzü gösterecek ayna olan dostu lütfeyle! Amin, amin, amin…
Muhabbetle.
Amin.Amin.Amin.
Elhamdulillahi Rabbul Alemin.
Sonsuz Hürmet ve Muhabbetlerimle…
Çok sevdiklerimlen berabersiniz.Şükürler olsun ki
Sohbetleriniz bendenize nasip oluyor.Çok güzel şeyler yazmak istiyorum.Ama maalesef ki ilmim yeterli değil.En azından bir kaç kelime de olsa destur la bir şeyler yazmak ,bendenizden haberli olmanızı istedim.Saygılarımla selamlıyorum hürmet ediyorum.