İbadet deyince aklımıza şekli ritüeller gelir, namaz, oruç, zikir gibi ibadetlerin aslında neye hizmet edip neyi hatırlatması gerektiği konusunda çok az kişi düşünür..
Toplu halde namaz kılınan bir yer hayal edin, imamı bir’i olmayan bir namaz gösterisi, herkes aynı duayı ya da namazda söylediklerini farklı akışta söylediği için imamsız namaz karmaşık bir görüntü olarak ortaya çıkar. Bir’i olmadığı için O’nun ahengi yakalanamaz.
İnsanın imamı’da kendi düşüncesindeki inancı ve imanıdır.
Kendi içindeki çokluğu yani kesreti vahdet eylemeden o kişiden bir aheng yansımaz. Aheng yaşamda uğunluk ve düzeni oluştururken, var’lığın ahengi nizamın uyumluluğu olarak tanımlanır..
İnsan kendi ahengi ile buluşup uyum sağlamadığı sürece nizamın içinde yer alamaz. O’nun yarattığı alemler nizamında kendine yer bulamayan insanın arayışı sonsuza dek sürer.
Şekli ibadetin her türlüsü insanın kendini tanıması açısından gerekliliktir, lakin orada kalmamak şekli aşmak muhabbet ile mümkün olabilir, yapılan şekli ibadetlerin hiçbir derinliği yoktur. Düşünceden tefekküre dalınırsa muhabbet besler insanı. Aslında yapılan her hareket görüntüdür, yani şekilden var’olan insana şekli bir bildiridir..
Maksat O’nu tanıyıp bilmek arzusu ise muhabbetten daha iyi bir yol hiçbir devirde olmamıştır..
Var’olan tüm peygamberler O’nun var’lığını tebliğde muhabbet dilini kullanmışlardır. Hz. İsa’nın doğumunu hatırlayın muhabbet ile doğmuştur, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa s.a.s muhabbet ile Hakk kelamın yaymıştır, Muhammed’in gece tebliğ muhabbetini din’leyen her müşrik o dönemde mest olur gizli saklı dinlermiş, yani geceyi içinde muhabbet ile süsleyip gündüz Muhammedi inkar ederlermiş. Bunun sebebi zahirdeki konumlarını ve inancı olmayan çevrelerini kaybetme korkusuymuş, onun için gece Hakk kelamın dinleyip gündüz Muhammed’in aleyhinde konuşup yine gece onu dinlemeye koşarlarmış. Tıpkı şu dönem sanki, yöneliş sağlamaya gayret edenler gibi, gece zikir ve tefekküre kalkıp O’nu anarlar, sanki haşa gündüzde zahirde Hakk yokmuş gibi davranırlar, onlara müşriksin dense kabul etmez hertürlü hakareti yaparlar. Zahirini kaybetmekten korkarda Var’lığın kapatır hiç umursamaz, zann’ederki O’nsuz zahir vardır, halbuki O’ Kendi var’lığını zahire sunandır. O’nun zahirden yansıması Kâmil İ’nsan’ın gönlündeki Muhabbet Aşk’ıdır..
İdrak edelim ki var’lığı anlılan her isim muhabbetiyle anılır, muhabbet olmadan Muhammed hasıl olmaz. O’nun yeryüzüne teşrifi gönülden akan muhabbetullah’tır.
İbadet insanı bir yere götürmez amma muhabbet yüceliğe taşır, O’nun arşı kürsisi muhabbet üzre kuruludur. O’ Kendi var’lığından İ’nsan’ı yaratmış yine İ’nsan’ı Kendi’ne muhabbeti ile muhattab kılmıştır..
Kendi’ni dahi tasvir ederken Hakk kelâmında, şu hadise ibretliktir…
Dost Âli Muhammed’e sorar “Sen O’nu gördün nasıldı tasvir et der, Muhammed şu cevabı verir Sana benziyordu ya Âli” der…
Aklın kavrayamayacağı bu hadiseler kur’an’da hep isimler üzerine anlatılmış, her içsel hadise ve vuku bulan bilinç sıçramalarına peygamber isimleri ve melek diye tasvir edilen isimler konmuştur..
Cebrail muhabbet ehli olan demektir, O’nun’la aramızda sanki bir aracı gibi tanıtılan bir isimdir, vahyin kaynağı gibi gösterilir. Çünkü muhabbet Cebrail mertebesi ile aktifleşir, sonunda Cebrail için denir ki Cebrail’ide aşmalısın. Cebrail Hakk’ikat arayışında benim iznim buraya kadar daha fazla devam edemem yanarım demiştir. Bu kelâm isimleri aşıp isimsize doğru rücu bildirisidir..
Azrail can alan bir melek olarak isimlendirilir, can’dan vazgeçmek Sen’in Azrail’indir. Ölmeden önce ölmek Azrail ile tanış olmak demektir, çünkü Azrail gelişi ile ruhu aktive eder yani var’lığını özgürleştirir..
İsrafil sûr’a üfüren melek ismidir, Kendi’ni isimlere bölen Hakk diyoruz, o vakit İsrafil Sen’in uyanışını gerçekleştirecek hayy’ata erdirecek akl’ediştir..
Mikail Kendi doğanı ta’biat’ını fıtratını bilmekte olduğun meleğin ismidir, O’nun kul üzerindeki nizamına hayy’retle seyir sunan bilinç seviyendedir..
Velhasıl tüm bu var’oluş harikası hadiseleri şekille sıkıştırırsak kendi sınırsız var’lığımıza haksızlık etmiş oluruz. Kimse yoktur ki haksızlık üzre doğsun, insan ne ederse kendine eder derler, daha zahirde yaratılmadan önce İnsan var’lığına sunulan bu nimetler herkeste eşit miktarda mevcuttur, bu bile yanlış bir cümle ki O’nun tek muradı ile yaratılan İ’nsan’a Adem’de ne varsa İ’nsan’da o vardır, âlem ne ise Adem’de odur denmiştir…
Öyle çok ipuçları üzerine yaratılmıştır ki insan “Şah damarından daha yakınım” diyen Rabbimiz can’ından da öteyim mesajı vermiş O’nu kendinde can’ından geçerek aramanı buyurmuştur..
Sana verilen can’ı emanet olarak görüyorsun lakin emaneti verene teslim edersen can’dan öteye geçebilirsin..
Kimimiz öyle çok maddeleşmişki evladını herşeyin önüne hatta Hakk’ın önüne koyar da, sıra evladı için malından geçmeye gelince bin türlü bahane üretir evim arabam malım diye. O’nu yani Hakk var’lığını öncelemezsen evladının eğitimine gelişimine dahi madde gözüyle bakarsın. Ne acıdır ki kişi bunun maddeperestliğinin farkında bile değildir, sorsan evladım için yapıyorum yaptım der lakin eğitiminde ucuzluğu kollar…
İbadet mi Muhabbet mi’den bakın muhabbet nerelere geldi. Namazda zikirde bu düşünceler içine dalmıyorsan, var’lığın muhabbeti Sen’i işleyip gelişip değiştirmiyorsa, yerinde sayıyorsun demektir..
Tüm ibadet ritüellerinin gayesi Sen’e varıp muhabbet deryasına ulaşmandır, muhabbet insanın evrim aşamasıdır ve bu aşama katlanarak sonsuzluğa devam eder. Bir’bir’imiz ile olan muhabbet Hakk nazarında O’nunla O’nda olduğumuzun nişanesidir…