Bir şeyin hakikati olan ilim, onun nurudur. Her şey, tüm varlıklar, Hakk’ın esma ve sıfatlarının bu âleme yansıması olduğundan, tecelli ilmi, hakikati de Allah C.C. Nur’udur. Nur, bilinmeyen âlemlerin gerçeğinin, ilminin, “Bilinmekliğimi ve sevilmekliğimi diledim” emriyle, aşamalı olarak görünür kılınması hâli. Tüm varlıkların özü, Yüce Rabbimizin İlim sıfatında dürülüyken ışık dediğimiz dalga boylarıyla, Basîr Esmasıyla harekete geçirilmesi, gözü olan varlıklar için ama özellikle insanlar için bir lütuftur.
Bu özellik hayat sahibi varlıklara maddi anlamda verilmişken, manevi anlamda da nasibi olanlara kavrama, idrak ve hâl etme lütfedilmiştir. Esmalar ve sıfatlarla donatılan, en şerefli mahlûk olan insan, kendini Tek Sevgiliye götürecek bu hidayet yolunun, Nur’la yürüneceğini bilir. Nur’a kavuşan insanların, yıldızların, Ay ve Güneşlerin izlerini takip eder. Bu güzeller güzellerinin başında, Hatem-i Enbiya, Nur’un Âlâ Nur H.z Muhammet Efendimiz (SAV) gelir. Âdem atamızdan, Peygamberimize kadar gelmiş geçmiş tüm peygamberlerimiz, gönderilen kitaplar, sayfalar da aynı Nurdan ancak farklı ölçülerle, kaderle tecellidedir. Yine evliya, veli, kibar ehli, kendilerini tanımaya çalışan kişiler, ışıklarını yanında taşıyanlardır.
İçlerindeki kutsal varlığı fark edemeyenlerde de, bu Nur vardır ancak, idrak ve hâl eksikliğinden, Ezel Bezmi’nde verdikleri sözü unuttuklarından, nurlarını hem yansıtamazlar hem de göremezler. Oysa büyüklerimiz gözümüz için yıllar, çağlar boyunca “ Göz, Nur’dur” demişlerdir. Nur Allah’tan olduğuna göre, Gözden bakan da Hak’tır. Bunu idrak edemeyen gözler kördür. Bu âlemde kör olanın, öbür âlemde de kör olarak kalkacağı söylenir. İçlerindeki Nur, onlara kendini göstermek için her şeyi önlerine serse de faydasızdır.“Gözleri var, görmezler; kulakları var, işitmezler.” Nâr, onların nuru olur.
Işık dalga boylarıyla siyahın, beyazın, kırmızının, sarının ve mavinin, yeşilin, morun ve aradaki binlerce tonun oluşması, Nurun kaderlenmesidir aslında. Doğum noktası da, Esved Nurudur. Bilinmezlik, Âmâ Âlemi. Her varlık oradan halk edilmiştir. Bu yeryüzü cennetindeki tüm renkler, lütfedilmiş gözümüze, gönlümüze. Peygamberimizin sevdiği her renk gülü, göğün, suyun maviliğini, güneşin kızıllığını, bebeğimizin gözünü, karganın siyahlığını, devenin iğne deliğinden geçip beyaza dönüşünü, gök kuşağının yedi rengini hep nurla seyrederiz.
Akıllı insanlar, her baktığı yerde asıl sahibini görür. Karanlık gecenin güneşinden ay ve yıldızlarından ibret alırlar. Gündüz güneşinde, var oldukları hâlde görünmeyenleri tefekkür ederler. Perdeleri kaldırılmış, Allah’ın hakikatini, peygamberleri, kitapları bilenler, ariflerin, alimlerin izlerini sürenler, Allah’ın Zatına mahsus, ezeli ve ebedi nurunu, kapları kadar taşırlar. Âlemler, simalar, kalpler, akıllar bu nurla parlar. Gönül, eşyanın hakikatine erince sükun bulur. Duygularına kapılanları, gözleri aldatabilir.
“Yer ve gök Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş. Aralarında Hak ile hüküm verilmektedir. Hem onlara hiçbir haksızlık yapılmaz.” Zümer Suresi 69
“O gün, iman eden erkekleri ve kadınları görürsün ki nurları önlerinde ve sağlarında koşuyor. Bu gün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir. İşte büyük kurtuluş budur.” Hadid Suresi 12
Herkes aklını, ruhunu, nefsini terbiye ederek yedi rengin tecellilerini idrak edebilirse, baktığının özündeki tek rengi görür. Bakmayı bilenler, görenlerdir. Basîrden, Basîrete yürüyüş, fetihtir, kişinin kendi Miracı gibidir. Bu ancak Aşk ile yapılabilir. Aşk, tüm renkleri Tek ve Bir Nurda tekmillediğinde, İnsan olmanın Ahsen-i Takvim kimyası dile gelir. İncir, zeytin ve Tur Dağı olan insanın seyrini anlatır.
“Sen ya Tanrı nurusun ya Tanrı’nın mazharısın.” “Edep, Hak erinin göz ve gönül nurudur.” MEVLÂNA H.z.
NUR ESMASI
Yorum Yazınız