Küreselleşme ile birlikte Modernizmin ve Sekülerizmin etkisi tüm dünyayı sardı ve dünya McLuhan’ın da dediği gibi global bir köy halini aldı.
Global bir köye dönüşümde güçlü olan ülkelerin kültür emperyalizmi yapması güçsüz olan ülkelerin kültürlerinin dejenere olmasına yol açtı.
Tek bir kültür, o da Batı Kültürü!
Bu çerçevede elbetteki devreye kapitalizmin oyunları girdi ve bu oyunlar kitle iletişim araçları ile halka sunuldu.
Aralık ayının girmesiyle birlikte televizyon reklamları başta olmak üzere her yerde yılbaşı hazırlıkları görürüz.İndirimler ise alışverişi cazip kılan taraftır.
Peki bu ne olarak pazarlanır?
Noel ya da Yılbaşı…
Noel nedir?
Piskopos Saint Nicholas’ın Noel gecesi (24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece)muhtaç olanlara hediye dağıtmasıdır. Buna atfedilen bir çok hikaye vardır. Efsaneler ise doludur.
Başta çizgi filmlerle sempati oluşturulan Noel Baba, tüm ülkelerde yılbaşı gecesi hediye getireceği beklentisi çocukların beyinlerine işlendi ve Noel Baba sevgisi oluşturuldu.
Dahası bir çok reklamla da Aralık ayı Noel Baba evlerimize her akşam konuk olmaktadır.
Sadece Noel Baba figürü mü dersiniz! Ren Geyikleri, Çam Ağaçları ve süslemeleri …
Tüm marketlerde her biri satışa sunulur hale geldi.
Çam ağacının hikayesine bakacak olursak şöyledir: Kiliseler hıristiyan evlerin Noel kutlaması sonrası çam ağaçlarını toplayarak kendilerine gelir sağlamaktadırlar. Böylelikle veren insanların kiliseye bağlılıklarını ölçerler hem de gelir sağladıkları için karda olurlar. İnsanların dini kurumlarına yaptıkları bağış da inançsal açıdan onları huzurlu kılar.
Ren Geyikleri ise efsanenin bir parçası…Havada uçan, renkli ışıklar saçan Noel Baba’nın kızağının ihtişamını saçan hayvanlar… Öyle bir figür ve algı yaratıyor ki alışveriş merkezlerinin her yerinde Ren Geyiği var.
Peki tüm bunlar bizim kültürümüzde var mı?
Türk kültürü, İslam medeniyetinde böyle şeyler var mı?
YOK…
Bizim ne işimiz var, Hıristiyanlara ait olan bayramın kutlamasıyla… Onların hiç bizim bayramımızı kutladıklarını gördük mü? Hayır! Neden kutlasınlar ki değil mi!
Bazıları karşı çıkabilir buna hatta derler ki hayır efendim, Noel 25 Aralık’ta, Yılbaşı çok farklı, yeni bir yıla girmeyi kutluyoruz.
Yani!
Yeni bir yıl… Yeni bir yıla girmenin neresi sevinç verir insana…Her gece sonrası yeni bir güne giriyoruz. Peki bunu neden kutlamıyoruz?
Yeni bir yaşam, yeni bir iş, yeni bir eş, yeni bir ev, yeni bir araba… Dilekler havalarda uçuşur.
Peki yeni bir yıl mı bunları getirir bize!
Yeni yıl nedir ki Allah mı?
Bir de nedir bu dünya’ya bağlılığımız böyle!
Biz bu kadar maddeye tapar hale geldikçe o madde bize geliyor mu?
Yüce Allah ne demiş: “Ben sizi kendim için yarattım. Tüm mahlukatı da insana yani size hizmet etmesi için yarattım.”
Öyleyse mahlukat, madde bize hizmet ederken biz neden maddeye köle hale geliriz acaba?
Bir de kime yeni yıl, dileklerini verdi, çok merak ederim. Yeni yıl mı bir araba verdi bize!
Ancak tek bir gerçek var ki her yıl katlanan bir mutsuzluk seli… Hep nedenini araştırır dururuz.
Nedeni açık değil mi!
Ruhsal boşluk… Psikolojide böyle tanımlanır. İnançsal olarak ise manevi boşluk diye tanımlanır.
Ruhsal boşluk, yani ruhun geri plana atılarak tatmin edilememesi, geçici eğlencelerle bu boşluğu doldurma çabasıyla şehvet ve hevaların peşinde geçen koca bir ömür… Sonuç: MUTSUZLUK…HUZURSUZLUK…
Halbuki Ruhsal doyuma ulaşan insanların hiçbirinin gözü maddeyi görmez. Çünkü ruhlarını özgür kılmışlardır. Madde sadece onlar için ömrünü idame ettirmeye hizmet eden şeylerdir. Onun için yaşamazlar. Bilirler ki madde aslında insanın yaşaması için vardır. Tek bir şey için yaşarlar o da RUH’unu hürleştirecek yüce VAR’LIKTIR…Ve şükredene sürekli rızık akar… Tabi akan rızkı dağıtarak bereketlendirmek ise senin elindedir.
İşte Noel Baba Hıristiyanlık inancı gereği paylaşımı ve yardımlaşmayı kendi dinindeki insanlara anlatır.
Peki bizim de bir dinimiz var ve bize de yardımlaşın ve paylaşın emri gelmiştir. Açıp kutsal kitabımız Kurân’ı okuyalım.
Bize israfı, ölçüsüz eğlenceyi, madde için yaşamayı emretmez aksine bunlardan sakının der.
Peki biz ne yapıyoruz?
Batı Emperyalizmin bizde açmak için uğraştığı boşluğa bir çekiçte biz vuruyoruz.
Kapitalizmin kölesi haline gelerek her şeyi metalaştırıyoruz. “Ölümüne tüket!” emrine itaat ediyoruz.
Bunun içinde Noel, Yılbaşı, Sevgililer günü her şey sayılabilr. Kapitalizmin kutsal bayramlarında bize emrettiğine yöneliyoruz.
Kapitalizm’e hizmet etmekte hayliyle Kapitalizm’in mimarı Hıristiyanlığın gelişimine farkında olmadan hizmet ediyoruz. Ki o hıristiyanlıkta bizleri yok etme amacını taşırken…
Peki kendi dinimiz, insani değerlerimiz nerede?
Biz eskiden aile birliğine önem veren, ailevi ilişkileri sıcak bağlar üzerine kuran komşumuz, akrabamız, dostlarımızla sohbet ve muhabbetle zaman geçiren, Ramazan ayındaki gibi her zaman paylaşım sofraları kurarak sevgi bağımızı geliştiren bir kültüre sahiptik. Şimdi ne oldu?
O sofralar 5 yıldızlı otelere taşındı ve geniş aileler çekirdeğe dönüştü, sohbet muhabbet ise “vur patlasın çal oynasın”a evrildi.
Amma velakin içimizde huzuru ve doygunluğu sağlayacak şeyleri hiçbir zaman bunlarda bulamadık. Anlık eğlendik sonra yine eskiye döndük.
Anlık kaçışların çözüm olduğunu düşünür hale geldik.
Lakin hep hüsran hep hüsran…
“Kim olduğunu unutma, sakın yılbaşı kutlama hazırlığı yapma. Bize ne olduysa azar azar oldu, bak bir’lik cuma’mız pazar oldu. HŞY”
Global köyün farkındalıksızlaştırılmış ve bilinci köreltilmiş bireyleri olarak çekilen iplerimizin peşinden gider hale geldik. Durun yapmayın diyen yüksek idrake ve düşünce gücüne sahip insanlığını kamil hale getirmiş zatlara ise kafa tutar olduk.
İslam dininin güzelliklerinin insanlığımızı yücelteceğini söyleyenlere karşı ise gerici, yobaz olarak baktık.
Aklımızı zap etmiş kapitalizme ve modernizme karşı mücadele edeceğimize Kâmil zatların söylediklerini aklı kiraya vermek olarak değerlendirdik.
Modern ve çağdaşız dedik ama birilerinin farklı medya organları ile algımızı yönetmesine ve bize nasıl giyineceğimize kadar yönlendirmesine ‘eyvallah’ dedik.
Eyvallah’ı hakikatiyle söyleyenlere ise miskin dedik.
Halbuki miskinlik yoktu o “Eyvallah”ın içinde,düşünceyi akla, aklı iradeye, iradeyi de külli irade’ye bağlayarak yücelen ve farkındalığını maksimize ederek sınırlarını aşan, zaman ve mekan üstüne çıkarak alemleri tek mutlak olanla müşahade etme vardı. Yani hakikat kapısının gizli anahtarıydı Eyvallah.
Bugün gerçekler unutuldu. Üstü örtülmeye çalışıldı. Her şey nefsimize hitap ederek kalplerimiz kalın duvarlarla örüldü. Gaflet tüm bedenimizi sardı.
Tek ilaç ise hakikati hatırlamak, hatırlatanları ise aramaktır. Derman bu dünya’daki metada değil, derman Hakikati sunan Var’lıkta yani kendini bulmakta…