Batı medyası İslam üzerine oyunlar oynuyor.
Sözde İslamın kökten dincilik, terör ile bağlantı olduğunu empoze eden bir batı zihniyeti ile karşılaşıyoruz. Sözde İslamın içinde olan kökten dincilik müziği kabul etmez.
Fakat İslamın gerçek manasıyla bütünleşmiş bir yapısı vardır ki, o da tasavvuftur. Hırstan, kinden, katliam yapmaktan kişiyi alır, hakikatin insanı yapar ve ilham verir. Sabırlı eyler ki bunun temeli samimi ilahi aşktır.
İşte, terörü, kökten dinciliği kabul etmeyen bu tasavvufi yapının tam kalbinde müzik vardır.
Bu ilahi bir müziktir.
İslam ile ilgili olumsuz ön yargıları zihinden silen tasavvuftur. Tasavvuf aslında tam bir İslam anlayışıdır yani barıştır, tevazudur, hoşgörüdür. Kalıplaşmış negatif baskın kalıpları kıran tasavvuftur, bir nevi panzehirdir. Topraktır, pislik atılsa bile içinden güzellik fışkırır.
İslam, sanata şiire müziğe çok büyük önem vermiştir. İnançlar şiirle, müzikle yayılmıştır. Bağnazlar tarafından tepki görseler bile, tasavvuf ehli korkusuzca düşüncelerinden ve inançlarından hiç taviz vermemişlerdir. Tanrı sevgisini, içlerindeki muhabbeti daima öne çıkarmışlardır. Tanrı, korku ile değil daima Hakk aşkı kendilerinde oluşmuştur.
Müziğin değerlendirilmesi tutucu müslümanlar açısından hoş karşılanmamıştır. Aslında bu tutumda olan müslümanlar 17.yüzyıl İngiliz püritenleri gibi müziği tanrıdan uzaklaşmak gibi algılarlar. Ne Kur’an’da ne de asr-ı saadette müziğin yasak olmasına delil yoktur ama daima tartışma konusu olmuştur. Fakat tasavvufi açıdan şiir ve müzik inancın esaslarını teşkil etmiştir. Şiir ve müzik ile sufiler manevi huzuru bulmuşlardır.
İslam coğrafyasına bakıldığında tasavvuf müziği farklı şekil alır. Tasavvuf müziği bölgesel geleneğe ve renklere bürünmüştür. Tasavvuf müziği içinde bir güç vardır ki insanı kendinden geçirir, etkiler ve sadece sufileri değil, gayri müslimleri de hayranlığa sevkeder. Mübarek denilen kişilerin, Hakk dostlarının etkisinde kalınmıştır, şiirsel divanları her anı etkilemiştir. Evet, onların yazdıkları şiir değil, ilahi’dir. İçlerindeki Rabbin dile gelişidir.
Dini inançları ters düşen peygamberler değil, peygamberlerden sonra oluşan anlayışlardır. Hiç bir peygamberi birbirinden ayıramayız. Ayıran sıfatlar olmuştur yani Hristiyanlık, Yahudilik anlayışları bizimde içimize girmiş, gelenek anlayışımızı zedelemiştir.
İlk sufi tasavvufi inançların yazılı kaynaklarına göre ibadetlerinde, zikirlerinde müziği kullanmışlardır.
Mesela Halep’te yüzlerce tekke vardır. İncelenmesi gerekir ki, burada asırlara dayalı ilahilerle, müzikle şenlenen tekke gönüllüleri vardır. Bizans döneminde ilk Hristiyan manastırlarında hazreti İsa’nın a.s adını anarak ilahilerle ibadet ederlerdi. Genel olarak inanç olarak maneviyatın merkezinde müzik vardır.
Hz. Mevlana tasavvuf anlayışını güçlü maneviyatıyla Konya’dan dünyaya yaymıştır. Tasavvufi anlayışın ilahi varlığı mesajı zamana bağlı değildir. Sevgi ile dolu barışın, tevazunun kaynağı İslam’dır, İslam’i yaşayışın her an dilimi sufi anlayışıdır. Rabb insanın içindedir, şekilcilikten öte batıni bir yöneliş gerektirir ki insan meşrebini bulup Tanrısı ile var olsun. Bunu sağlayacak olan muhabbet dolu ilahi sözlerdir, sözlerin müziğidir. Sözlerin kaynağı Hakk dostlarıdır ki onların içinde var olup işitilen ilahilerdir. O’nun dostları halk içinde görünürler de kendi içlerinde Hakk ile halvet ederler.
Her şey döner, devran, sema, zikir eder. Sessiz hiç bir şey dönmez, her şey sesli döner. Ses O’nun tevhid sesidir. Sufi tevhid sesiyle aşk eder, aşk’ullah eyler. Sufi olan içindeki sesi dinler, içindeki esma ile zikir eder, hak’ikat karşısında sükuna erer.
İnsan var oldukça tasavvuf ve ilahi sözlerle donatılmış müzik de var olacaktır.