M.Ö. 320 yıllarında Makedonyalı Büyük İskender Hindistan’ı feth etmeğe karar verince duasını almak için hocası
Aristo’yu ziyaret eder. Ve ayrılırken der ki: Efendim Hindistan’dan size ne armağan getirmemi istersiniz?
Aristo der ki: ” Bizim o bölge hakkında fazla bir bilgimiz yok. Onların inançları, kültürleri nedir, yetişmiş insanları var mı, bilmiyoruz. Bana eğer getirebilirsen oradan kendinin farkına varmış -bir mürşit- getir. Onları tanımış oluruz.”
Büyük İskender “Tamam” diyor. “Bana Himalyaları sök getir desen hallederim. Siz sadece bir insan istiyorsunuz. Sadece bekle bir kaç ay sonra döneceğim.”
İskender dönüşe geçerken bu istek aklına gelmiş. Böyle bir insanı nasıl bulurum diye herkese sormuş. Herkes gülmüş. Demişler ki: “Birincisi böyle bir insanı anlamak çok zordur. İkincisi eğer böyle bir insanı tanımak kabiliyetinde olsan onun ayaklarına kapanır, yanında götürmeyi unutursun. Sen sadece evine dön. Bunu unut.”
İskender anlayamamış. Bu nasıl bir insan ki zorla götürülmesin. Her yere haberciler göndermiş bana böyle birini bulun diye.
Adamlar geri gelmiş ve nehrin kenarında çıplak biri var aradığınız kimse olduğu söyleniyor demişler. İskender adamla tanışmak için bizzat yanına gitmiş. Diyalog inanılmaz güzelmiş.Büyük İskender şok olmuş. Daha önce böyle birisi ile hiç karşılaşmamış. Çünkü daha o tek bir söz söylemeden yaşlı, çıplak o zavallı adam: “O’na elindeki kılıcını hemen kılıfına sok burada ona ihtiyaç yok. Bir zeka adamı kılıç mı taşıyor? Sana vururum! Kılıcını kılıfına sok!” demiş.
İskender ilk defa ona emir verebilen birine rastlamış ve itaat etmek zorunda kalmış, kendine rağmen itaat etmiş.
“Bir dua ile geldim, sadece benimle gel, benim topraklarıma. Öğretmenim seni görmek istiyor. Batıda biz içsel benliğin ne anlama geldiğini bilmiyoruz.” demiş.
Yaşlı adam gülmüş. “Bu çok komik. Eğer öğretmenin bilmiyorsa, o öğretmen bile değildir. Eğer bir mürşit görmek istiyorsa kendisinin mürşide gelmesi gerekir, bir mürşit ona götürülemez. Söyle öğretmenine susadığında kuyuya gelecek, kuyu ona gelmiyecek. Ve sana gelince ey İskender!” demiş yaşlı adam. “En azından insan olmayı öğren, kendini Büyük İskender diye tanıttın. Senin kendi benliğini görmeni engelliyen de bu egondur. Onu yanında taşıyorsun, ama bu büyüklük, bu dünyayı feth etme arzusu. Dünyayı feth ettiğinde eline ne geçecek? Yakında ölüm her şeyi götürecek.Çıplak öleceksin.Toprağın altına gömüleceksin. Hiç kimse üzerinden geçmeğe bile tenezzül etmeyecek. Sen itiraz bile edemeyeceksin. Uzak dur, ben Büyük İskenderim diyemeyeceksin. Lütfen şu büyüklüğü bırak. Unutma ki İskender sözcüğü bile senin ismin değildir.”
İskender şaşırmış “Ne demek benim ismim değil? Elbette ismim.”
Yaşlı adam yanıtlamış. “Kimse dünyaya isimle gelmez.Tüm isimler verilir, etiketlenir. Ve sen etiket olursun. İsimsiz ünvansız geldiğini tamamen unutursun.Ve geldiğin gibi öleceksin. Öğretmenine aslınla yüzleşmek için buraya gelmesini söyle. Eğer içe dönecek kapasitesi varsa, mürşit olmanın ne anlama geldiğini, aydınlanmanın ne anlama geldiğini ancak o zaman anlıyabilir. Sadece aydınlanmış biriyle tanışarak bunu anlamak mümkün değildir. Tıpkı bir başkası su içerken senin susuzluğunun giderilememesi gibi.”
İskender yaşlı adamın ayaklarına dokunmuş ve “Seni rahatsız ettiğim için üzgünüm. Belki de birbirimizin dilini hiç anlamıyoruz.” demiş.
Ey Talip!
MÜRŞİDİN ÖZELLİĞİ:
Talip olana (yalnız talep edene) talibin kendi özünü (Rabb’ül Has’ını-ana esmasını, fıtratını) gösterir. Asla başka bir şey göstermez.
Sonra onun yetilerini uyandırıp onu bereketlendirerek, silsileye bağlar. Rabıtaya götürür.
Mürşit buna denir, yoksa o mürşit değildir.
MUHABBETLER