…
-Günaydın anneanneciğim.
-Günaydın evladım.
-Anneciğim hani Muharrem Abi? Ya Hüseyin Abi o da geldi mi?
-Onlar kim yavrucuğum?
-Hani sen, anneannem, babam hep konuşuyordunuz ya Muharrem gelecek diye. Hem nasıl üzülüyordunuz o gelecek diye. Hüseyin diyordunuz bir de fakirmiş galiba. Yazık ona çok üzüldüm, tanımasam da öyle bir sevdim ki onu, Muharrem Abiyi değil ama Hüseyin Abiyi çok merak ettim, onunla tanışabilecek miyim? O da geldi mi?
-Ah benim Küçük Efem, ahhh, ahhh… Nasıl da yanlış anlamışsın. Ama tabi bizim hatamız ki seninle paylaşmadık, sana anlatmadık. Nereden bileceksin ki. Ama gördüm ki Hüseyin’i sevmek için kimsenin onu tanımasına ihtiyaç yok. O zaten hep gönüllere girmiş de kimselerin haberi yok.
Muharrem bir ay evladım. Hani nasıl Ocak var, Eylül var, Mart var işte Muharrem de eski zamanlarda aylara verilen isimlerden bir tanesi. Muharrem ayı biz Müslümanlar için bir hüzün ayı.
-Neden peki anneciğim?
-Çünkü evladım, bizim sevgili Peygamberimiz…
-Hz. Muhammed…
-Evet yavrucuğum, Hz. Muhammed Efendimizin torunu Hz. Hüseyin idi.
-Aaa o çok sevdiğim abi dediğim peygamberimizin torunu muydu yani?
-Öyle kuzum, Hz. Ali Efendimiz ile Hz. Fatıma anamızın biricik yavrularından biri idi Hüseyin. Bir diğeri ise Hasan idi. Hz. Hüseyin Efendimiz Muharrem ayında kötü bir insan tarafından öldürüldü annecim. O yüzden Muharrem gelecek diye hüzünlü idik.
-O kötü insanın adı nedir annecim, neden öldürdü ki o güzel Hüseyin Efendimizi?
-Yezid yavrum.
-Ne kadar çirkin bir isim.
-Evet Efem, haklısın. İşte bu kötü insan Yezid, Hz. Hüseyin Efendimizi, Kerbelâ çölünde susuz ve aç bir şekilde öldürdü. Hem O’nunla beraber Yezid ve onun peşinden giden o kötü insanlar Hz. Hüseyin Efendimiz ile beraber birçok insanı da beraberinde öldürdüler. O kadar çok susuz kaldı ki o Yiğit… Hem orada susuz kalan o küçük yavrular o kadar acı çektiler ki… Öldüklerinde daha bebekti bir çoğu…
-Anneciğim…
-Ağlayabilirsin birtanem, kendini tutmana hiç gerek yok. Ne mutlu sana ki bu küçük yaşta O Yüce Peygamber’in ümmeti ve yolundan gidenler için gözyaşı döküyorsun. Bunları bil diye anlatıyorum yavrum. Bil ki nasıl kutlu bir dine sahip olduğunun idrakında olarak büyü.
-Ben… Anneciğim… Öyle çok sevmiştim ki onu… Daha ismini duyduğum gibi kalbimde kelebekler uçmuştu böyle… O çok güzeldi değil mi anneciğim? Hem kardeşi Hasan Efendimiz de güzeldi değil mi?
-Evet Efeciğim çoook güzellerdi. Hem de her yönden. Hem biliyor musun Hz. Hüseyin Efendimiz görünüş olarak da Peygamberimize çok benziyordu…
-Ne kadar güzel. Keşke onunla tanışabilmiş olsaydım… Saçlarını sevebilseydim keşke… Bir kere olsun onunla konuşabilseydim…
-Belki cevap veremez ama sen onunla yine de konuş yavrum. Duyar belki sesini…
-Gerçekten mi anneciğim?
-Tabiki evladım… Ama bu sevgini hiç kaybetme… Gönlünden hiçbir zaman ayırma onları… Hüseyin gibi Yiğit ol yavrum. Zalimin karşısında hiçbir vakit boyun eğme. Dinin, inançların için canın pahasına da olsa savaş.
-Peki anneciğim…
-Anneanneciğim bir şey sorabilir miyim?
-Buyur yavrum.
-Bana namaz kılmayı öğretir misin?
-Seve seve yavrum, seve seve. Gel önce bir abdest alalım birlikte.
-Peki anneanneciğim.
…
O ânda küçücük bedeniyle durduğu namazda ne oldu, ne bitti, Küçük Efe neler hissetti kimsenin haberi olmadı…
Ve o günden sonra Efe hiçbir namaz vaktini kaçırmadı.
Hep kıyam hâlinde O’nun sevgisiyle büyüdü Efe…
Ve Efe bir daha o eski Efe olmadı…
Hem nasıl olabilirdi ki?
O’nun yüce sevgisini o küçücük kalbine indirebilen bir çocuk için sevmenin hakikati ne de güzeldi…
O’nu sevmek ne güzeldi…