Ruhun sınırlarının ortadan kalktığı, zaman ve mekanın izafi kavramlar olduğunun nişanesi olan Miraç hadisesinin mânâsı yüreklere bir kor düşürür.
Ruhun yükselebilecek billurlukta olması, bedenden sıyrılabilmesi…
Arzdan arşa sefer eylemesi…
Buyruluyor:
“İçten ve doğal ve saf ve aşk dolu ol.. estir.. bırak sen de kendini o rüzgara.. gidip varacağı yer Emin beldedir.. Sevgili’nin gönlü.. Kâbe.. işte miraç oradadır.. Sühendan Erdin”
Bir emin beldede sönmemecesine yanan bir kandil.
Tutuşmaya hazır bir çerağ…
Sevgilinin bir nazarıyla cân bulmaya bende bir safâ…
Öz kandilinin fitilini bir ateşlemeye görsün insan aydınlatır ruhunu.
Ama öyle fitili dıştan yakmak değil marifet olan.
İçten içe…
Muhabbet ile…
O’nun yüce sevgisinin ân’lık dokunuşlar ile tüm vücuda titreşimler göndermesi ve tarifi olmayan bir ürpertinin dalga dalga tüm zerrelere yayılması.
Ruhun özgürleştiğini içerden bir hissedişin cân evinden vurması.
Her bir özgürleşme sanki miracın hakiki mânâsının gönle doğmasını bir ân daha yaklaştırıyor.
Bir deryâ ki derinleri dolu inci mercan. Miraç öylesine derinlerde bir hakikat. Herkes ile herkese kıymetinde bir nişan.
Böylesi düşündükçe derinden derine tefekkür edilesi bir nidâ ile şu dua çınlıyor kulaklarımda:
“Bir kandil ki içeriden içeriden yakıldığında kalbin üzerine bir nûr düşer.. ve gayrı her an hayy.. Allah Azimüşan ışığını esirgemesin üzerimizden ve gönlü Allah aşkıyla yanan kullarına hayyat bağışlasın..
..ve Allah Hayy..
..cân kandiller hiç sönmesin.. Sühendan Erdin”
Cumanın bereketiyle miraç gönüllere aşk ile nüfuz ede.