İstiklâl ve istikbâl şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936’da bir garip ölümüyle öldü. Cenazesi bir at arabasında çıplak bir tabutla cami avlusuna getirildi. Bu duruma tanık olan yakın dostlarından şair Mithat Cemal Kuntay, bu durumu “bir fıkara cenazesi” olarak niteler.
Tabut cami avlusunda cenaze namazının kılınmasını bekleyedursun o esnada naaşın Mehmet Akif’e ait olduğunu öğrenen bir lokantacı hemen koşup bir Türk bayrağı bularak tabuta sarar. Ardından öğrenci yurtlarına haber verilir. Haber dalga dalga yayılınca halktan da büyük bir kalabalık avluya toplanır. Böylece başlangıçta bir “fıkara cenazesi” halinde olan durum birden bire değişir ve tabutunun etrafında onu sevenlerin katılımıyla büyük bir kalabalık toplanmış olur. Fakat bunlar arasında birkaç kişi dışında ne edebiyatçılardan ne de resmi erkândan kimseler yoktur. Millet ise şairine sahip çıkmış onu bu yolculuğunda yalnız bırakmamıştır. Mithat Cemal, bu durumu anlatırken şöyle der: “ Öğle namazına yakındı. Beyazıt camiine geldik. Cenazenin yanında resmi kıyafetleriyle Darüşşafaka ilkokul birinci sınıf talebelerini öğretmenle birlikte gördük. Daha sonra cemaat çoğaldı. Namazdan sonra tabut omuzlara alınarak Beyazıt Meydanına çıkıldı. Cenaze alayı ilerledikçe kalabalık artıyordu. Edebiyat Fakültesi önünde beş dakika duruldu. Saygı duruşunda bulunuldu. Artık cenaze alayı büyümüştü. Tabut, gençlerimizin ve halkımızın omuzlarında bayrağımıza sarılı vaziyette ilerliyordu.”
Mithat Cemal’i şaşırtan kalabalık işte böyle toplanmıştı. Nitekim kendisi de “bu kalabalık”ı şöyle anlatacaktır: “Al sancakla siyah Kabe örtüsüne sarılan tabut, üniversite gençlerinin bir ürperme manzarası alan elleri üstünde gidiyordu. Cenazenin arkasında yekpare bir karaltı yürüyordu; bunda bir damla “teşkilat” yoktu; bunlar bir işaretin, bir teşekkülün topladığı insanlar değildi. Kendi kendilerine gelenlerin saflarıydı. Sırf cenazeye gelmiştiler ve bu, şahidi olmayan gözle dostluktu. ” Sonradan basında genişçe yer almasına rağmen, resmi kişi ve kuruluşların ilgisiz kalmaları neticesinde tam bir “fıkara cenazesi” görünümündeyken, birdenbire binlerce insanın katılımıyla halka ve gençliğe malolan cenaze, daha sonra Beyazıt camii avlusundan alınarak Edirnekapısı’na kadar ellerde taşındı. Kefenin üzerine bayrak sarılan naaş, Kur’an ve İstiklâl Marşı ile defnolundu.”
Bunu çok manalı bulan Mithat Cemal, bu olay üzerine de şunları söyleyecektir: “Fetihten beri, şehrin toprağına kendi eseriyle gömülen ilk ölü.” Âkif’in ölümüne ilgisiz kalan, resmi bir tören düzenlemeyen hattâ gizli tutulmasını isteyen resmi çevrelerin bu tavrını Peyami Safa da yazdığı bir makalede şöyle değerlendirecektir: “Zararı yok, bazen bütün memleketi birkaç adamın vefası temsil eder.”
Bugünlere gelindiğinde ise Akif’e karşı tutumun bir hayli değiştiği görülmektedir. Devlet, uzun süren ilgisizliği ardından ilk defa vefatının 50. Yılında mezarını yeniden yaptırarak ilk adım atmış, bunu o yılın “Mehmet Akif yılı” olması, Safahat’ın devlet eliyle basılması, çok sonraları ise adına bir üniversite kurulması gibi olaylar takip etmiştir. Yine üniversitelerin, belediyelerin, vakıf ve derneklerin Mehmet Akif’i anma faaliyetleri, hakkında yapılan yayınlar de bu bağlamda zikredilebilir.
Bütün bunlar milletten sonra devletin de üzerine düşen vefayı gösterdiğinin birer örneğidir elbette. Fakat şunu unutmamak gerekir. Bu tür şahsiyetler için ne yapılsa azdır. Zira onların şair/yazar olmanın ötesinde toplumsal önderlik ve örneklik olma gibi bir özellikleri de vardır. Dahası birleştirici değerlerdir. Bu yüzden hemen her vesileyle millet hafızasında hatıralarını, mücadelelerinin ve eserlerinin diri tutulması gerekir. Mesela tek başına Safahat, böyle bir zenginliktir. Onda milletimizin son yüzyılda karşılaştığı her türlü sorunun ele alındığını ve çözümler teklif edildiğini görebiliriz. Bu demektir ki Mehmet Akif’i anmak sadece bir şahsiyeti anmanın ötesinde bir anlama sahiptir.
Bütün dünya milletlerinin kendi tarihsel şahsiyetlerine büyük önem verdiklerini biliyoruz. Mesela Almanlar için Goethe, İngilizler için Shakspeare bu kabil örnek isimlerdendir. Mehmet Akif ise onlardan daha farklı olarak sadece bir şair değil, hem örnek alınası hayatı ve şahsiyetiyle hem de son bağımsız Türk devletinin kurulması esnasında verdiği mücadele ile daha özel bir isimdir. Bugüne kadar onun için yapılanlar takdirle anılması gereken faaliyetler olmakla birlikte asla yeterli değildir. Bu yüzden bu konudaki hassasiyet ve gayretlerin artırılması gerekmektedir.