Osmanlıda tarikatlar kuruluş ve yükseliş döneminde idari, askeri, ilmî ve toplumsal hayatta çok önemli roller üstlenmişlerdir. Çoğu zaman toplumla devlet arasında bir köprü vazifesi görmüşler ve uzlaştırmacı olarak konumlanmışlardır. Devlet tarafından halkı kontrol ile gayrı resmi olarak vazifelendirilmişlerdir. Ancak zaman içinde çeşitli sebeplerle devlet, bu kontrol mekanizmasını kendi elinde tutmak ve kendi kurumları vasıtasıyla işletmek istemiştir.
Fransız İhtilali Avrupa’yı temelinden sarsacak değişikliklere yol açmıştır. Dönemin Osmanlı padişahları da bu değişimin dışında kalmak istememişlerdir. Ordudan dini hayata kadar pek çok alandaki modernleşme hareketlerinin II. Mahmut döneminde yoğunlaştığı görülmektedir.
II. Mahmut döneminde yapılan belki en önemli değişiklik Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması, ardından Bektaşilik’in yasaklanması, son 60 yılda yapılan Bektaşi Tekkelerinin yıkılması, yıkılmayan ve şeyhi vefat eden ya da yetersiz bulunan tekkelere Nakşibendi şeyhlerin atanarak dönüştürülmesi hadisesidir.
1866 yılında Meclis-i Meşayıh Kurumunun kurulmasıyla devletin bir süreden beri tarikatlar üzerinde var olan kontrolcü tavrı sistemli hale getirilmiştir.
Meclis-i Meşayıh 50 yıldan fazla görev yapacak 31 Aralık 1925 tarihli kanunla kapatılacaktır. Kanuna göre bütün tekke ve tarikatlar kanunen yasaklı fakat pratikte işleyen bir sistem olarak varlıklarını sürdüreceklerdir.
Meclis-i Meşayıh’ın ilgilendiği başlıca konular; tekkelerdeki şeyhlerin tarikatın usûl ve âdâbına uymayan davranışları, yetersiz oluşları, tekkelerin vakfiyelerinin şartlarına uygun kullanılmaması, vefat eden şeyhin yerine şeyh atanması, bir vesileyle tekkesi kapanma durumunda kalmış olan şeyhlerin başka tekkelere atanması, şeyh ailesi arasında çıkan anlaşmazlıkların topluluk arasındaki huzursuzluğa ve tekkenin işleyişine olumsuz yansıması, tekke şeyhlerinin şeyhlikten başka işlerle meşgul olduğu gibi hususlar olmuştur. Ayrıca zikirler ve ibadet biçimleri de eleştiriye konu ol muş ve ehli sünnet çizgisinde bir yol izlenmesi hakkında şeyhler uyarılmıştır.
Tüm bunlar teknik konularmış gibi görünse dahi arka planda siyasi nedenlerin olduğu bir gerçektir. Meclis-i Meşayıh’ın kurulduğu dönemde şeyhülislam, Refik Efendi’dir. Şeyhülislam Refik Efendi, uzun müddet Şam’da kalmış ve İbn Arabi üzerinde tetkiklerde bulunmuştur. Refik Efendi’nin bir Nakşibendi şeyhi olan Abdülfettah Efendi’ye müntesip olması ve Sultan Abdülaziz’le olan yakınlığını göz ardı etmemek gerekir.
II. Mahmud döneminde Osmanlıların Balkanlara yaptığı seyahatlerde sürekli Mevlevî ayinleri icra ettirerek, Bektaşilik’in izlerinin yok edilmeye çalışıldığı, yerine Mevlevilik’in ön plana çıkarılmaya çalışılması olarak yorumlanmıştır. Sultan Abdülaziz’le devam eden bu tutum, Sultan II. Abdülhamid’in siyasi ve idari tasarrufları ve şahsiyetinin farklılığı ile yön değiştirmiştir.
Tarikat şeyhleri, sultanın Osmanlı ve İslam coğrafyasındaki siyasi maksatlarına hizmet ettiği müddetçe ön plana çıkıp iltifat görmüş ve sultana yakın olma şansı bulmuştur. Oysa tasavvufî anlayışa göre dünya düzeni ki buna devletin düzeni de dâhildir, devletin en üst yöneticisi de dâhildir hak ve adalet üzerine tesis edilmelidir. Bunlar Allah (cc)’ın nizâmı gereğidir.
Yenikapı Mevlevihanesi’ne ziyaret için gelen II. Mahmut’a dervişler tarafından bir defasında tekkelerdeki faaliyeti aksatacak derecede özel bir karşılama merasimi yapılır. Tekkelerin tavrına yakışmayan bu nevi hareketlerden sıkılan Şeyh Abdülbaki Dede bir fırsatını kollayarak durumu padişaha arz etmek ister. Yine böyle bir ziyaretten sonra padişah memnuniyetini arz etmek için Abdülbaki Dede’yi ziyaret eder. Şeyh efendi de kendisine; “Ne olur efendim bir daha böyle bu dergâha gelmeyin.” dediğinde ummadığı sözler karşısında padişah şaşırır. “Şeyhim beni bâb-ı Mevlânâ’dan mı kovuyorsunuz?” deyince, Abdülbaki Dede; “Hayır devletlim bu kapıdan kimse kovulamaz, lâkin siz geliyorsunuz, giderken de dervişlere para dağıtıyor, hediyeler veriyorsunuz. Bu durum onları derviş yerine dünyaperest yapıyor. Sizden istirhamım bir daha bu dergâha Sultan Mahmut olarak değil Mahmut Efendi olarak gelin, hatta her zaman buyurun gelin.”
Bu sadece bir örnek ve bu çerçeveden bakıldığında tekkelerdeki bozulmalar bir taraftan tetiklenirken diğer taraftan bozulmalar bahane edilerek kontrol mekanizması kuvvetlendirilmiştir.
Tarikatların ya da dinin siyaset mekanizmasıyla kol kola olması her zaman benzer neticeler doğurmuştur. Gelenekte devletin ilâhi nizama uyması ve bunun gereği olarak kemâlat sahibi bir kimseden tavsiye alması vardır. Fakat zamanla durum değişerek din âlimi olarak adlandırılan zâtlar devletin memuru konumuna düşmüşlerdir.
Burada tekke ve tarikatların tamamen hatasız olduğunu söylemiyoruz. Gelenek adını verdiğimiz geçmişten günümüze uzanan silsile ile ortaya çıkan hakikat bilgisi doğru işletilmelidir. Tarikat ve tekkeler, sistemin işleyişinde ortaya çıkan kusurlardan kendi imkânlarıyla kurtulmalı ve temizlenmelidir kanaatindeyiz. Meclis-i Meşayıh benzeri dışardan müdahaleler arızî neticeler vermektedir.
Günümüzde dahi yeni meclis-i meşayıhların konuşuluyor olması doğru olmayıp dini kurumların, devletin müdahalesi olmaksızın kendi sistemlerini işletmeleri gerektiğini düşünüyoruz.