Madde kesafeti arttıkça, benliğimiz bir yana itilmekte ve bu kalıbın özünde neler saklı, bilinmemekte, sezilmemekte.. Neden bu varlığımızı yıkamıyor ve ötesinde parlayan nura doğru yol almıyoruz. Neyimiz eksik.. Aklımız var; düşünebiliyoruz. Bir şeye azm edince, elde edebiliyoruz. Buna rağmen yaratılışımızda ve bu âleme gelişimizdeki gayeyi, bir türlü idrâk edemiyoruz; hikmet-i vücudumuzu bilmek istemiyoruz. Oysaki talep edenler Allah’a yakın olmanın lezzetine erişirken biz mesafelerimizde boğuluyoruz.
Gel iy ‘âşık bu ‘irfâna heves it
Ko bu râh-ı hevâyı eyle sâkit
Düşür gönlün bu mahbûba ol ‘âşık
Budur iş cümle işlerden yaraşık
Her şeyde olduğu gibi aşkın ateşiyle yanmanın da bir adabı vardır. Yolun zorluklarını, tehlikeli noktaları, yoldaki haydutları, yol kesenleri ve bunların hile ve oyunlarını bilen tecrübeli bir rehber eşliğinde yola çıkılır. Yoksa kimi duraklar, kimi yorgun düşer, kimi yoldan döner, kimi yolunu kaybeder.
Ol Rasûlu’llâh Muhammed Mustafâ
Kim kaçan mi’râca gitdi ol safâ
Cebrâ’îl oldı delîl ol râhına
Tâ kim ire vara ol Allâhına
Sen yalınuz varımazsın bin düriş
İrmek istersen yürü şeyhe iriş
“O’na kendi ruhumdan üfledim.” (15/Hicr: 29) buyuran Cenâb-ı Azîmüşşan üflenilene “ruhûm” diyerek ruhû kendine izafe ve nisbet eder. Bu vesileyle ruh İlâhî bir cevher ve Rabbânî bir lâtifedir.
Kaldı ki tasavvuf yolunda mühim olan ruhun yücelişidir. Bu yüceliş hiç şüphesiz riyazet ve mücahedat ile nefsi öldürmekle mümkün kılınır. Nefs, mürid için Hakk yolunda engelleyici bir unsurdur. Rağbetü’l kalbe ulaşabilmek için nefs, ruha bende olmalıdır. Kendi niteliğini bilmeyen, söyleyemeyen kişi nasıl olur da Ganî-Cebbâr’ın nice olduğunu bilebilir?
Ruhı sultân eyle nefsi ana kul
Tâ bulasın bu visâle sen vusûl
Bagla nefsî kelbi var şer ipi’le
Kim bu a’zân hayr işe yapıla
Ruh anlamına gelen insanî nefsin kaynağı Allah olduğundan ve O’na yakın şey de yine insanî nefs olduğundan mârifet-i nefs/kendini bilme mârifetullahın/Allah’ı tanımanın aracı olarak görülür. Sûfîlikte, “Allah’a yol nefsten gider”, “Nefsini bilen Rabbini bilir.” denir.
Düşünceye yerleşen Cenâb-ı Hakk bir müddet sonra gönül hanesinde kendini ayan etmeye başlar. Cihan içre hiçbir şey yoktur ki Hakk’tan ayrı olmaya… Masivadan geçmek Allah Azîmüşşan dışında ne var ise gönülden silip atmakla mümkün olur. Hakk’a teslimiyetin manasını giyebilmek için masivanın terki şarttır. Tasavvufî yaşamın hakikati masiva terkinden ziyade terk-i terk ile yani kendini dahi terk etmekle vücut bulur.
ARABÎ Muhiddin-i, Özün Özü, Çev.: İsmail Hakkı Bursevî, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1963.
DÜZENLİ Mesut Bayram, Hüseyin B. Ahmed Sirôzî’nin Câmiü’l-Envâr ‘Alâ Tefsîri’l-İhlâs Adlı Eseri (1b-192b, İnceleme-Metin), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2014.
ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf ve Tenkit, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2011.
ULUDAĞ Süleyman, Tasavvufun Dili 1, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2006.