Tasavvuf yolu, kişinin öz değerlerini ortaya çıkararak kişiye sadece ve sadece “kendi”sini tanıtmayı amaçlar. Bu amaç doğrultusunda kişinin kendini tanıma yolunda muzaffer olabilmesi için elbette bir aynaya ihtiyacı vardır ve bu ayna vakti zaman içinde peygamberler iken ân deminde kâmil mürşidler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kişinin “Allah’tan başka yardımcısı yoktur.” ifadesi devrimizde sığ bir anlatım olarak kalmaktadır. Bu söylem artık: “Kişinin kendinde bütün olan Allah varlığından başka yardımcısı yoktur.” şeklinde idrak edilmelidir.
O halde nasıl ki insanlar normal hayatta da kendi kendilerini göremezler ve cemâllerini görebilmek için bir aynaya ihtiyaç duyarlarsa yine aynı şekilde kendilerinde vâr olan Allah bütünlüğünü görebilmek için de mutlak surette bir aynaya ihtiyaç duyarlar.
Bu ayna kişiye sadece ve sadece kendisinden haber verir. Ve bu ayna hiçbir surette kişinin Allah’la arasına uzanmaz aksine aralarında bir bağ kurulmasına vesile olur. Bu vesile oluş tasavvufta adı sıkça geçen “rabıta” ile gerçekleştirilir.
Peki nedir rabıta?
Rabıta, öyle sanıldığı gibi şeyhin iki kaş arasının hayranlığında bir sarhoşluğa kapılmak demek değildir. İki kaş arası denilen yerin merkez noktasında öylesine derin bir hakikat yatmaktadır ki…
Ancak nakıs akıllar bunu kavrayamaz ve bu kavrayamayış, yanlış düşüncelerin doğmasına sebebiyet verir. Bu vesile ile tasavvufun belki de en önemli kavramlarından bir tanesi olan rabıta, mânâsının derinliğinden alabildiğine uzaklaşır, âdeta ayaklar altına alınır.
Şeyhin iki kaşı arası olarak ifade edilen yer, insanoğlunun tam da merkez noktasını ifade eder ve bu merkez nokta âlemler üstü bir idrak ile açıldığında geçmiş, ân ve gelecek çizgisini kendinde bütünleştirir. Bu bütünleniş kişinin kendisiyle (kendindeki Hakk’ı ile) bağlantı kurmasına vesile olur ve artık kişi rabıtasını kendisiyle tamam eyler.
Bu noktada mürşid-i kâmiller ve tasavvufun önemli kavramlarından olan rabıta şöyle bir öneme haiz olur:
Kişi kendisiyle bir bağlantı kurabilmek için kendindeki merkezin keşfini tamam kılmış ve bu tamam oluşun içinden hiçbir şekilde sapma göstermemiş bir kâmil insanla gönül birlikteliği sağlamak zorundadır. Çünkü insan daima unutan ve benliğine aldanan bir yapıdadır. İşte rabıta, tam da bu noktadan ortaya çıkar.
Peki, gönül birlikteliği nasıl kurulur?
Elbetteki mürşid-i kâmilin iki kaşı arasından âlemlerin merkezine doğru seyreden o esas noktadan yek-diğerine uzanan gönül bağı ile kurulur.
Bu gönül bağıysa ibadet ile pekişir, ibadetse her zaman şekilde lakin her zaman şekilden ârî muhabbette olmalıdır. İbadeti sadece ve sadece günün belirli saatlerinde, namazın işaretlerinde arayanlar kendilerine yapabilecekleri en büyük haksızlığı yapmakta ve asıl ibadetin hakiki kaynağı olan “gönül”den fersah fersah uzaklaşmaktadırlar.
Oysa kâmil mürşidlerin daveti daim ibadetedir… Gönül ile yapılan, içinde muhabbet barındıran ve iki kaşın arasından uzanıp diyar diyar seyre daldıran, iki gönül arasında görünmez bir nûrdan köprüler kuran hakiki ibadete…
Evvela mânâda derinlik aramalı insan, yüzeysellikten sıyrılıp bir ân için mânâya dalmalı ve mânâdan inci cevher çıkarmalı.
İnsan mânâda derinlik aramazsa yüzeyde kalmaya mahkum olur ve yüzey hakikatin aslından alabildiğine uzaktır…