“Eti kemiği döküp hayy’at bulup hakikate erişmelisin” beyânından mâna taşmaktadır.
“Maddeyi terk etmeden kendindeki manaya erişemezsin, eti kemiği döküp hayy’at bulup hakikate erişmelisin..HŞY”
Öncelikle hayatın, etten kemikten ibaret olmadığını anlıyoruz. O zaman hayat maddeden daha fazlasıdır. Maddeden daha fazla olan şey ise mâna olmaktadır. Bu demektir ki madde her şey değildir. Aynı zamanda herkesin de sırf madde olmadığı aşikar oluyor..
Maddenin karşılayamadığı, yetemediği mâna kısmını “maddeyi terk etmeden kendindeki manaya erişemezsin” ifadesiyle tamamlıyoruz. Maddeyi terk ediş bir vazgeçiş değildir. Maddeye olan ilgi ve alakayı terk etmeliyiz, maddeye ayırdığımız zamanı sınırlandırmalıyız ki belli bir ölçü dahilinde aşırılıktan korunalım ve ân’ı kaçırmayalım. Çünkü an’da olan, mâna’nın kendisidir ama madde ile örtülüdür. Örtüyü yırtmak veya atmak gerekmiyor sadece sıyırmak yani aralamak gerekiyor ki marifet burdadır. Maddesiz olmak kolay, önemli olan madde varken onu yok saymak, maddeyi görmemek. Daha ilerisi madde ileyken mânayı yaşamak. Yani yaşamsız hayat tek başına olmaz. Yaşamın içinde hayat bulmak marifet istiyor..
İnsanlar dışardan bakınca “ete kemiğe bürünmüş Yunus diye görünmüş” derken içerden görünen “etten kemikten dökülmüş Hakk olmuş” şeklinde olması lazım. Dışardan bakılan inkar edilemez, bu bir gerçektir. İçerden görünene de şirk denilemez, bu apaçık bir hakikattir..
Fizik vücudun önemi et ve kemiği giydirendedir. Yunus, kendiliğinden oluşa gelmediğini, oluşturanın oluşturduğuna dikkati çekmek istemiş olabilir. Böylece Yunus’tan Hakk’ı tanıtır ve beden ötesini işaret eder. Çünkü “Hakk” demekle Hakk bilinemiyor, yetersiz bir tariftir. Bu yüzden Hakk’ın yarattığından Yaratan’a ışık tutuyor. O zaman şöyle demek mümkün olsa gerek; madde, mâna için vardır, bu anlamda madde mânaya hizmet edecek..
Şuna benzetebiliriz; insanların Rabbine kulluk etmesi yani boyun eğerek emrinde hazır olması veya bir mürid’in dergâhına hizmet etmesi. İlk bakışta dergâh basit bir bina, yapı olarak algılanabilir ama öyle olmadığını içeriğinden anlıyoruz. Yani ilahi bir sistem üzerine kurulu, Hakk için adım atılan, Hakk’a niyaz için girilip çıkılan ve Mürşid varlığıyla Allah’ın evi hüviyetine kavuşmuş bir yere dönüşmüştür. Bu örnekteki gibi madde mânaya dönüştürüldü, maddeyi mânanın boyunduruğuna sokmalıyız. Aynen bu şekilde nefis de ruha ayak uydurmalı. Böyle olursa eğer, dergâh deyince akla bina gelmez. Dost deyince akla ilk olarak Hakk gelir. Yunus deyince de akla Âşık’lığı gelir. Mânayı yani Hakk’ı öncelemeyi başarmış oluruz. Böyle olunca hakikat hep ağır basar ve Kur’an’ın işleyişi hayat ile sentezlenir. Medeni kanundan önce sünnetullah yani Allah’ın kanunları galip gelir. Özünde herşey ilahi temel üzerine kuruludur, O’nsuz birşey yoktur. Olmadığını da ispatlamak veya açığa çıkarmak Yunus’un sözünü anlamaya bağlıdır..
Dost’un Hakk sözlerini anlamak bu yüzden çok önemlidir. Çünkü anlaşılmadığı sürece işin hakikatinden bihaber kalıyoruz, bu da sadece zahiri yaşamla sınırlı kalmak demektir ki kendini, özünü, nerden gelip nereye gideceğini bilmeden göçüp gitmeye sebebiyet verir. Gayesiz ve anlamsızca yaşamak için yaratılmadığımızı, yaratılmış olduğumuzu fark ettiğimiz andan itibaren düşünmeye başlamamız gerekir..