İnsanlık tarihinde toplumlar farklı dönemlerden geçmiş, fakat hayatta kalma mücadelesi devam etmiş. Çoğu kez zorluklara göğüs gererek, sıkıntılara çare arayarak, yaşam süreci binlerce yıl devam etmiştir. İnişli, çıkışlı dönemlerden geçmiş insanoğlu. Her şeye rağmen insanlık tarihinin devam etmesini sağlamıştır. İmtihanlar bırakmamıştır insanlığın peşini. Bazen ümitsizliğe kapılmış, bazen çaresizlik içinde kıvranmış, bazen de imdat ve feryad ederek yardım istemiştir.
Hz. İsa’dan 6 asır sonra olumsuzluklarla dolu yaşanan bir dönem. İnsanlık üzerinde kara bulutlar çökmüş, cehalet yayılmış, insanlardan merhamet gitmiştir. Kalpler katılaşmış, tefecilik yayılmış, insanlar borç altında inim inim inliyor. Zulüm artmış, hür doğan insanlar köleleştirilmiş, kadının değeri ayaklar altına alınmıştı. Toplumda güven kaybolmuş, adalet yok olmuş, zengin fakiri, güçlü zayıfı ezmiş, namus, şeref unutulmuştu.
Yaşam tahamülsüzlüğün son safhasına gelmiş. Sahte tanrılara yalvarmalar da boşa çıkmış. Ümitsizlik son raddeye ulaşmış. İnsanları çaresizlik sarmış. Feryatlar yükseliyor göklere, yok mu bizi kurtaracak, acımızı dindirecek, onurlu yaşamak için bir el uzatacak.
Evet, yeter artık. Çaresizlere çare bulan, dertlilere derman olan, tüm dilekleri duyan imdada yetişti. Ve nur tamamlandı.
“Geldi çün ol rahmeten lil’alemin
Vardı nur anda karar etti hemin”.
Ve “Ol sedeften doğdu ol dür danesi.”.
Anneye müjde verildi:
“Bu senin oğlun gibi kadri cemil
Bir anaya vermemiştir ol Celil.
Ulu devlet buldun ey dildare sen
Doğuserdir senden ol hulki hasen”.
Beklenen oldu :
“Doğdu ol saatte ol Sultanı din
Nura gark oldu semavatü zemin”
İsmi Muhammed (a.s.) konuldu.
İyi ki doğdun efendim. Mevlidin mübarek olsun. Hoş geldin, safalar getirdin.
Kutlu doğum gerçekleşti. Haberler her tarafa yayıldı. Her yeri sevinç kapladı. Yaradılmış her şey mesrur oldu; gam, hüzün gitti, âlem yeniden can buldu. Cihanın her zerresi bir sadayla “Merhaba” dedi. Al-i sultan, kan-i irfan, sırr-ı furkan, derde derman geldi. Âlemlere rahmet, günahkarların şefaatçısı, düşenlerin tutucusu geldi.
O’dur, kırık kalplerin tamircisi. O’dur, mahzun gönüllerin dermanı. O’dur, gönülleri ferahlatıran. O’dur, yaşama neşe katan. O’dur solmuş yüzlerin canlandırıcısı.
“Ey gönüller derdinin dermanı sen
Ey yaradılmışların sultanı sen”.
Dünyaya teşrif eden Hz. Muhammed (a.s.) kemale erdiğinde İlahi mesaj kendisine ulaştı. Bir emirdi gelen: “OKU“…
“Yaratan rabbinin adıyla” hitabı dünyayı, hayatı, yaşamı, anlayışı, baştan aşağı değiştirecek şifreleri içermekteydi.
O’na görev verildi, resul (elçi, mesaj taşıyan) ve nebi (haber veren).
Çok zor bir görev, çok zor bir dönemde. İnsanlığın can çekiştiği, medeniyetin karanlıkta kaldığı bir dönemdi. Cehaletin kara bulut gibi yayıldığı bir zamandı. O, bir umut güneşi gibi geldi. İlahi mesajlar doğrultusunda yaşamın seyri değişmeye başladı. İnsanlar derin bir nefes aldı. Çünkü O, “şahit, müjdeleyici ve nezir (uyarıcı)” olarak gönderildi. Vazifesi de “davetçi ve aydınlatıcı bir kandil” olarak çalışmaktı. İnsanlar arasında, ihsanda, iyilikte, güzellikte “güzel bir örnek” oldu. Gönderilme gayesi de belliydi: “Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitabı, hikmeti ve daha önce bilmediğiniz bir çok şeyi öğreten bir elçi gönderdik.”.
Âlemlere rahmet olarak gönderildi. O, mutluluğun, huzurun, adaletin, eşitliğin örneğiydi.
O, vesiletün necat, kurtuluşa giden vesile idi. Hakikate susamış gönüllere şifa idi. Özlenen, özlem duyulan kişiydi. Beklenen bir hidayet vesilesiydi. Doğru sözlülüğün ve emin olmanın örneğiydi.
O güzel ahlak sahibiydi. Methetti Rabbi O’nu “Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlak üzeresin”. Evet kendi beyanıyla da “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurdu.
O, gönüllere talipti…
O, gönüller yıkmaya değil; gönüller almaya, gönüller fethetmeye, bir rahmet dergahı olan gönlünde, her ferde çare ve şifa olmaya talipti. Bu yolda, çile çekmeye, taşlanmaya, hakarete uğramaya, gözyaşı ve alın teri dökmeye, geceler boyu uykusuz kalmaya talipti. Çünkü O’nun gönlünde merhamet ve şefkatle dolu bir mahşer kaynıyordu.
O’na hayran olmamak mümkün değil. O’nun için kitaplar, şiirler, nat’lar, kasideler, ilahiler, mevlid’ler yazıldı.
İnsanlık O’nu methetmek için adeta yarışa geçti.
Johann Wolfgang Von Goethe de: ”Beşeriyet ve ayağını bastığın her şey, çimenler, çiçekler O’nun nefesiyle yaşıyor.”
John Dawenport: “Hz. Muhammed’den özür diliyorum.” kitabıyla gündem yaratarak “O’nun mucizesi her çağ içindir, ebedidir.” demiştir.
Tabii ki burada diğerleri arası Thomas Karlayl, Tolstoy, Bismark, Bernard Show…
Kaside-i bürde şairi de şöyle haykırmış:
“İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak:
O, insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı…
Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu…
Ahlakını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlükle benek benek noktaladı…”
Ali Ulvi Kurucu da dile gelmiş ve ne de güzel söylemiş :
“Ruhum sana aşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim”.
O’ nun sevgisiyle yaşama dileğiyle !
Mevlidi mübarek olsun!
Slm güzel insan kalemin susmaşın gunul pınarın kurumasın kaleminden daima hak olan güzellikler damlasın sonra vaha oluşmasına vesile olasınız inslh