Bu üç kelimeyi sözlükten silip atmalı. Hatta hiç bir iz bırakmayacak şekilde kazımalı. Ortak dilden söküp atmak mümkün olmayacağına göre, kendi kelime dağarcığımızı nefsin çok sevdiği bu “keşke, asla ve illâ”dan kurtarmalıyız…
Neden mi?
Üçü de hayatın dinamik ahengine ve akışına, hayatın hakikatine aykırıdır da ondan!
Üçü de rıza ve teslimiyetin önündeki sinsi engellerdir de ondan!
Üçü de bizi huzurdan uzaklaştırır da ondan!
Üçü de dünya ile oyalanmak ve dünyanın yükünü taşımak demektir de ondan!
‘Keşke, asla ve illâ’nın nefsin sevdiği sözler olduğunu söylemiştik. Nefsin kelime dağarcığı şüphesiz bu üçü ile sınırlı değil. Kısmet olursa zaman zaman nefs ve gönüle ait kelimeleri ve nefsin en güzel kelimeleri bile nasıl zarara dönüştürdüğünü başka yazılarda ele almaya çalışacağız. Zira söz çok önemlidir. Kullandığımız kelimeler ile iç dünyamızda cenneti veya cehennemi yaşarız. Ya da A’raf labirentlerinde dolanır dururuz.
Söz, düşünce ve duygunun kelime veya cümle ile ifade edilmesidir. İster dil ile beyan edelim, isterse düşüncemizde saklı tutalım kullandığımız kelimeler ve kurduğumuz cümleler, hem hâlimizi anlatır hem de biçimlendirir. Sözün bizde oluşturduğu düşünce ve duyguları farketmek nefsimizi bilmenin ilk adımıdır, diyebiliriz. İnsan kendi nefsini tanıdıkça, nefs bilgisini kazanmaya ve diğer insanları da daha iyi anlamaya başlar. Yolculuk kolaylaşır ve güzelleşir.
Kelimelerin sadece zahir anlamlarını bilmek yetmez. Zahir ve batın, biribirini bütünler; gerçekliğin biribirini tamamlayan iki farklı görünümüdür. Bu nedenle kelimelerin iç dünyamızdaki yansımalarını da görmemiz gerekir. Sözgelimi Yunus Emre’nin “Söz Ola Kese Savaşı” şiirindeki savaş kelimesini, zahirdeki çatışma anlamı ile sınırlandırmadan insanın nefsi ile olan mücadelesini de kapsayacak şekilde yorumlayabiliriz.
Keşke, asla ve illâ kelimelerinin iç dünyamızdaki etkilerini görebilmeliyiz.
Bu gibi kelimeler, sıkıntı ve darlık veren nefsin oyunlarıdır; gerçeği görmemizi engeller. Huzurdan kayıp gitmemize neden olurlar. Bu olumsuz etkilerden kurtulmanın en etkileyici yöntemi, önce içinde bulunduğumuz olumsuz duygu-durumunu farketmek ve bu hâli yaratan düşünceyi “Kes sesini!” diyerek susturmaktır. Bu iki kelime sıradan bir söz değildir.
Yunus Emre’nin dili ile “nefsine kakı”maktır; yani kızarak nefsi durdurmaktır. Zira öfke, üzüntü, stres, kaygı, evham, beklenti vb. olumsuz duyguları yaratan bu tür düşünceler aslında nefsin zanlarıdır. En büyük yanılgı “Ben düşünüyorum” sanmaktır. Bu gerçeği fark ederek nefsimize haddini bildirmek bizi onun tasallutundan kurtarır. Dikkat edilecek nokta, “Kes sesini!” uyarısının kendi düşüncelerimize değil, düşünce formuna bürünmüş nefsin zanlarına yapılıyor olmasıdır. Bu mücadelede üstün gelmek için kedimize emek sarfetmek zorundayız.
Malûm, “Her nimet külfete tabidir” demişler. Ne var ki, nefs tek uyarı ile hizaya girecek kadar terbiye olana kadar kolay kolay vazgeçmeyecek, sıkıntı ve öfkeye neden olan düşünceleri her fırsatta tekrarlayacaktır. Ancak sabır ve gayretle verilen emek zayi olmayacağı için zamanla ufak bir ikaz yetecektir. Önemli olan “Kes sesini!” diyerek zanları susturmak ve hemen “Allah’ım seninle senden sana sığınırım” niyazı ile O’nunla olmak, ‘an’da kalmaktır. Bu ise tefekkür ve zikr ile mümkündür. Şüphesiz aşık ile maşuk arasına girilmez. Niyazlar kişiden kişiye, hâlden hâle farklı olacaktır.
Keşke, sinsice bir itirazla karışık bir pişmanlık duygusunu oluşturur.
Asla, örtülü bir benlik iddasıdır.
İllâ ise insanı beklentilere kilitleyen bir körlüğe neden olur.
Hepsi de bizi nefse oyuncak eder; rıza ve teslimiyeti unutturarak hayatın olağanüstü akışına katılmamızı engeller. Tüm şiirlerinde olduğu üzere her mısrası hikmet dolu “Yort Ey Gönül” başlıklı şiirinde Yunus Emre bize düşeni şu dizelerle hatırlatır: “Nefstir eri yoldan koyan, yolda kalır nefse uyan; Ne işin var kimse ile, nefsine kakı boş yürü”.
Giriş mahiyetindeki bu yazıdan sonra sırasıyla keşke, asla ve illâ kelimelerini ele almaya çalışacağız.