Üstüne bir ateş sıçrasa hemen onu söndürmek için yeltenirsin. İmanını yakacak olan içindeki kibri nasıl söndürmezsin?
Kalbi teninde, sırrı kalbinde mahzun bırakır, zahirî Firavun’un nefse boyun eğersin…
İdrak etmek için dudaklarından çıkacak son nefesi mi beklersin?
أيها الطين لست أنقى و أسمى من تراب تدوس أو تتوسد
Ey çamur (insan) kibirlenme! Zira sen baş konulan veya çiğnenen topraktan daha temiz ve yüksek değilsin! (Ebû Mâdî)
Mahiyetinde ulviyetin değil acziyetin bulunduğunu fark etmeyen, şeytanı kâfir kılan tavra yenik düşer.
Hayal ve vehimden ibaret olan benliğe, en büyük kabre kendini mahkûm eder.
Riyaset sevdasına bürünen Asıl Var Olan’dan, Var Eden’den alınan emanete ihanet eder.
Malik ve mülk yan yana olmaz. Yaradılan, Yaradan’ın cübbesini kuşanamaz.
وَلاَ تَمْشِ فِي الأَرْضِ مَرَحًا إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
Yeryüzünde azametle (gururla) yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara erişebilirsin. (17/İsrâ: 37)
Hakk’a ait olan tekebbür sıfatına ortak olmaya çalışırsan esfel-i sâfîlîn’e (aşağıların aşağısına) sürüklenirsin.
Halbuki kendindeki kemal Rabb’in nimetidir.
Abd olmayı dileyen beşerî bulanıktan azade olup karşındakini değil nefsini hor görmelidir.
Cihana sımsıkı sarılmak yerine benliğini İlahi aşkın cezbesiyle eritmelidir.
Kâinat çarkında bulunan her zerre O’nun kudretiyle titremelidir.
Tevazu ile felaha erme ya da helaka vesile olanı tercih etme…
Ene (ben)… Hallâc-ı Mansûr’a rahmet, İblis’e lanet getiren kelime…
Ayrım o kadar nettir ki kavrayabilene…
İblis kendini görürken, Hallâc kendinde O’ndan başkasını görmez.
Bir taraf kulluğun nihâî derecesini yaşarken diğer taraf yerdiğiyle içindeki nuru alaşağı ettiğini bilmez.
Farkettirene,
fehmettirene
Elhamdulillah…