Son günlerde bir de böyle bir tabir duyar olduk. İslam’da reform…
Akla mantığa sığmayan, İslam’dan tamamen kopuk bir hareket bu!
İslam gibi tamamlanmış bir dinin reforma ihtiyacı yoktur.
Bu alemde Hz. Musa ile şerri kısım, Hz. İsa ile ruhani kısım, Hz. Muhammed(s.a.v) ile de cemali yani hakikat ile dinimiz tamamlanmıştır.
İslamiyet ne eksiktir ne fazladır, ne yozlaşmıştır ne eskimiştir ki reforma ihtiyaç duysun.
Asıl reforma ihtiyaç olan husus bizim İslamiyet’i anlayışımızdır.
İslamiyet’i nasıl anlıyoruz, Kur’an’ı nasıl hal ediyoruz?
Burada sıkıntı var!
İslamiyeti yaşayışımız Asr-ı Saadet dönemindeki sahabeler gibi midir?
Ehli beyt-i Mustafa gibi mi Peygamber Efendimize yönelmişiz ve anlayışına bürünmüşüz?
Şimdi bu sorular Selefilik ve Vehhabilik ile karıştırılmasın!
Zaten bugünkü sorun karıştırma sorunu…
Selefilik ve Vehhabilik sadece sahabileri müslüman görerek onların şekilsel yaşayışlarını yani sadece şerri kısmı ele alarak aşırı taasup haliyle İslam’a yaklaşır ki bu da İslamiyet ile bağdaşmayan uygulamalara zemin teşkil ederek İnsan’ın yaradılışıyla ters düşer.
İnsan’ın yaradılışıyla ters düşen Allah ile ters düşer dolayısıyla Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği İslam’ı yaşanmaktan uzaklaşılır.
Bugün Türkiye’de dahil olmak üzere Müslüman coğrafyasındaki sıkınıt bu!
İslamiyet ile Arap geleneğini karıştırır olduk.
İslamiyet’teki edebi ve ahlaki kısmı atıp şekilsel olarak aşırı taasuba kaçarak İslamiyet’ten uzak bir yaşayış benimser olundu.
Halbuki önemli olan asrı saadet anlayışını ve Peygamber Efendimizin hakikati ile bütünleşebilmeyi idrak edip halen yaşayabilmekti.
Lakin biz hale dökmekten bugün çok uzağız!
Namaza şekilsel olarak dururuz ama düşünce olarak Allah ile beraber olmaktan uzaktayızdır. Düşüncemiz masivada, işte, çocukta, yapacaklarımızda ya da kim bana kötü şey demiş ondayızdır.
Namazı beş vakit kılarız ama hayatımızı namaz haline dökmeyiz.
O’nun için kıyamda durup her işimizde O’nunla olacağımızı idrak edemeyiz. Namazı kılar ve sonrasında dalarız dünya hayatına! Bağırır, çağırırız, kalp kırar, kendi düşüncemize ve kendi hayatımıza uymayanı tekfir edip müslümanlıktan dışlarız. Bilgilerimizi kibirimizi kabarmak için kullanırız ilimle insanlığa hizmet etmek yerine!
Oruç tutarız nefsimizi terbiye edeceğimize akşama yiyeceğimiz yemekleri düşünmekle geçer tüm vakit ve iftar vakti de her bir çeşit nimetle donatılmış sofralarla fazla fazla midemizi doldurup israfa gideriz.
Zekat ve sadakayı cennet için veririz. O’nun rızasını elde etmekten uzak hep bir beklentimiz vardır Allahtan..
Şekilsel olarak tüm söylenenlere uyarız lakin düşüncemizde ve yaşayışımızda Hakk’tan çok uzağızdır.
İbadeti huriler için yapar, zikri cennette köşk için çeker, kurbanı sırat köprüsünden geçmek için keser haldeyiz maalesef.
Daima Allah ile pazarlık halindeyiz. Halbuki henüz daha şükrümüzü bile eda edebilmiş değiliz.
Cenab-ı Hakk ilmi hakikat HŞY sözleriyle bize bağışlanan bir gözümüzün şükrünü eda etmeye ömrümüzün yetmeyeceğini bildirirken biz nasıl ibadetlerle pazarlığa düşeriz?
İşte asr-ı saadette böyle bir şey yoktu.
Asr-ı Saadette Arap geleneği İslam’ı yaşamakla karıştırılmamıştı.
Maalesef ki bugün karıştırılıyor ve sonra da İslam’da reformlaşmadan bahsediliyor.
İhtiyacımız olan dar anlayışımızın reformlaşması!
İslamiyet’i hale dökemeyişimiz, yaşam tarzına dönüştüremeyişimiz, İslamiyeti kurallar silsilesinden görerek cemal, güzellik, birlik, kardeşlik, paylaşım, insanlık, aşk, sevgi, muhabbet, dostluk değerlerinden uzaklaşmamız ve erdemler kesbetmek odaklı Kur’an’ı anlamayışımız değişmeli!
Peygamber Efendimizin ahlakını, edebini, halimliğini içselleştiremeyişimiz dönüşmeli!
Hakk yol uğruna dirayetle ve samimiyetle fedakarca bulunamayıp maddeye ve saltanata düşkünlüğümüz değişmeli!
Mal ve evlat odaklı sürekli Allah ile aramıza putlar koymamız kırılmalı!
Şimdi bizim mi anlayışta reforma ihtiyacımız var yoksa İslam’ın mı?
İslam sapasağlam, öz ve pür pak haliyle duruyor peki ya biz İslam’ı anlamak için ne kadar pürü pak ve öz halimizleyiz?
İşte bütün mesele burda!!!