İslâm dini, Güzel huylu İnsan temeli üzerine inşa edilmiş ve Bir’liktelik dürtüsüyle yaratılmış her ne varsa bunların Allah esmâsında toplandığını izhar etmiştir. Cenâb-ı Azimüşşan’ın yaratma döngüsünde varola gelen bu çeşitlilik hali zıtlıklar dünyasının bir neticesidir. Eflatun’un görüşüyle bir ideler âlemi olan içinde yaşadığımız hayal âlemi, mutlak hakikatin görünür yansımasından başka bir şey değildir. O halde aslolan sadece her türlü esmâyı kendinde toplayan, kendinde tam ve bütün olan, doğmamış ve doğurulmamış olan, zâtıyla düşünülemeyen, Hakk tecellisiyle Musa’yı yerle bir eden, zâtını Allah ism-i celâliyle izhâr eden Cenâb-ı Allah’tır… Ayrı olarak görülen her ne varsa, Allah isiminin kendinde topladığı esmâların, birbirine yaklaşıp uzaklaşması sonucu meydana gelen tecellileridir.
Ruhsal değişimler ve psikoloji olgusu modern bir bilim olarak karşımıza 19. yüzyılın ikinci yarısı gibi yakın bir dönemde çıkmış olsa da tarihsel gelişim içerisinde ele aldığımız vakit görülecektir ki, İnsan varolduğu dönemden bu çağa kadar psikoloji alanı muhakkak isimsiz de olsa varlık göstermiştir.
Kur’ân-ı Kerim dikkatli bir nazar ile incelendiğinde görülecektir ki âyetlerde 3 ana başlık öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, geçmiş tarih; ikincisi, tabiat olayları; üçüncüsü ise insanın iç dünyasıdır.
İnsanın iç dünyası nefs eksenli olarak, sürekli üstünlük sağlamaya meyilli olarak yaratılmıştır. Bu meyil her türlü konuda kendini göstermektedir. Bununla beraber, ruhsal hayatın temel ögesi ve kaynağı olan nefs daima bir tekâmül sürecindedir. Bu tekâmül sürecinin iyi veya kötü olması, kişinin istekleri doğrultusunda şekillenir. Nefsin ilerleme kaydederek, ruhsal dengede kendini bulması için bir Dost eli elzemdir. Çünkü insan bilmediği, tanımadığı bir âleme, misafir olarak gönderilmiştir. Yaratılış gayesine binaen tekâmülünü iyi yöne doğru yönlendirmek zorunda olan insan ruhun yücelmesine vesile olacak nefs kapılarını birer birer aralamak için muhakkak ki bu kapıların anahtarını teslim almış bir Gönül Eri ile birlikte yol almak zorundadır. Aksi takdirde hiç bir gelişme sağlayamadan bu hayal âleminden terk-i diyâr edecektir.
Yapıcı ve bilici güce sahip olan insani nefs, huylarını iyiye tebdil eylediği derecede yükselir. Aslında buna şöyle de diyebilir miyiz; rûh nefsin tekâmül sonucunda nefs-i safiyyeyle birlikte Güzel’e bezenmiş hâlidir.
“Yapıcı güç nefsin bedenle kendisi arasındaki ilişkisini düzenleme yeteneğidir. Bilici güç ise nefsin bilmeye yönelik olan ilk gücüdür. Nefsin kendi yetkinliğini kazanması ve metafizik âlemin bilgisine yükselebilmesi düşünce ve inançların ilkelerini anlayabilmesi için fizikî âleme ait bilgilere dolayısıyla bedene ihtiyaç duyulur.”
Yani yaratmadaki beden unsurunu, saf nûr yahut sadece bir nazarî akıl olarak kalmayışımızın sebebi tam da bu nedenledir. İnsan yaratılmış bu bedene muhtaçtır, çünkü başka türlü bir varoluş, bu âlemde mümkün olamazdı.
Seyreden bu devrânda kendine yer bulan insan, akli melekeleri yerinde olarak, düşünsel ve bilişsel yeteneklerinin idrakinde nefs tekâmülünde ilerlediği müddetçe ezelde kendisine verilmiş olan bu âleme gönderiliş gayesine ulaşır.
Psikoloji ilmi en temelde, işte insanın iç âleminde yani bilinçaltında yatan bu üstü perdeli gerçekliği ortaya çıkarabilmenin yollarını aramış, böylelikle İslâm kültürü içerisinde önemli bir yere sahip olan “nefs” unsurunu incelemeye koyulmuştur.
İslâmi bir temele dayanan psikoloji ilmi zaman içinde kendini İslâm’dan soyutlamayı tercih etmiş, insan dünyasının karmaşık yapısıyla bilim adamı olarak bilimsel çözümlerle ilgilenmeye kalkmıştır. Halbuki İnsan, ilim ile bütünleşen bilge şahsiyetlerle incelendiği takdirde çözümlenebilir. Bu hususta eskiye dönüş yaşanmalı, psikoloji alanında geçmiş dönem ilim adamlarınca yayınlanmış kitaplar dikkate alınarak bir çığır açımalıdır. Hatta bununla da kalmayıp, günümüz ârifanın hikmet dolu sözleri de ele alınarak çağımızda iyice bozulan insan psikolojisine iyi yöne doğru bir hareketlilik vermek gereklidir. Ayrıca bu konuda sadece psikoloji alanında çalışma yapan akademisyenler değil, eserlerin incelenme kısmını edebiyat, İslâm ve felsefe alanında akademisyen olarak görev alanlar da üzerlerine vazife bilip, gerekli sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Kindî’yi, İbn Haldun’u, Eflâtun’u, Hâris el-Muhâsibi’yi, İbn-i Sinâ’yı, Farabî’yi, Ebû Bekir Râzî’yi inceleyerek psikoloji alanının gelişmesine katkı sağlayacak dolayısıyla insanlığın hizmetine sunacak ilim ile bilimi bütünleştirme idrakına sahip bilim adamlarına ihtiyacımız vardır.