Beyazıt-i Bistamî Hazretleri, şehirleri dolaşırken önceliği kabristanlara verirmiş. Sonrasında ne yapması gerekirse o işlerle meşgul olurmuş. Geldiği bu yeni yerde de ilk işi hâmuşları ziyaret olmuş. Kabirleri gezerken yerdeki çamurlu insan başları dikkatini çekmiş, onlardan bazılarını eline almış ve incelemeye başlamış. Gördükleri, onu hayrete düşürmüş. Kimi kulaklar çamurla doluymuş ve tıkalıymış, kimilerinin bir kulağından girip diğer kulağından çıkmış, kimininki ise tek kulağından girip boğazına inmiş.
Beyazıt Hazretleri: “Yarabbi, halk bu çamurlu kafalara bakıyor, her kafadaki toprak farklı farklı şeyler anlatıyor, kaç kişi gerçeği görüyor acaba?” diye kendi kendine söylenmiş. Sonra iç konuşmalarla, bu çamurları ve yerlerini içine sindirmiş. “Ey Rabbim iki kulağı da tıkalı olanlar senin sesini hiç işitmemişler. İki kulağı da açık olanlar ise sesini duymuşlar ama işitmemişler, kelamlarını anlamak istememişler. Dikkate bile almamışlar. Bir kulakları tencere diğer kulakları pencere olmuş. Son grup ise kulağından boğazına kadar toprak dolu olanlar, yalnızca Rabbın sesini işitmişler.”
Ayağı olmayan başlar eksik olsun.
Can ve başıyla aşka dalmayan gönüller yok olsun.
Derler ki bu araya bir tüy bile sığmaz.
Tüy oldum ben.
Bu yüzden hiçbir yere sığmam.
Mevlâna H.z.
Allah C.C. Sıfatlarından işitmeyle başlıyor pek çok ayetine, görmeyle tamamlıyor. “Semi’ül Basir” Bu sıralama öyle önemli bir sisteme işarettir ki insan, gerçekten hayrette kalır. Baş gözüyle göremeyen peygamber vardır ama işitemeyen peygamber yoktur. Kabirlerdeki başlar da işittiklerine göre algılaması, içselleştirmesi, hâl edinmesi farklı olanlardır. Baş kulağından, gönül kulağına seyir yolculuğunu gereği gibi yapabilenler, Allah’ın “İkra” emrine uyan hakikat yolcularıdır. Rahmet izlerini takip eden ayaklar, vuslata erişmek için, baş gözüyle, gönlün peşinde, evrenin işaret taşlarını okuyarak yol gösteren mâna çerağlarını Aşkla takip ederler.
Bistami Hazretlerinin kıssasında, işitmeyle öğrenmenin önemi ilahî sıralamayla verilmiş ve bu güne örnektir. Musa Peygamberimiz, Allah’ı görmeyi çok istiyor. Gece gündüz Rabbine yalvarıyor “ne olur bana kendini göster Rabbim” “Şu dağa bak, dağ yerinde duruyorsa Beni görebilirsin” Musa Peygamber çoştu, taştı; tecelliyi görmek isteyen gözleri, nurun aydınlığına dayanamadı, bayıldı gitti. Semi esması, onun taşıyabileceği yüküydü. Görmeyi terazisi kaldırmadı. “İleride göreceksin” Bu makam Sevgili Peygamberimize mahsus. Görmek, Basiret, şahitlik çok yüce gözler, gönüller gerektirir. Bir göz ki kainatı kucaklar, O’nun adına Muhammed, denir, saf muhabbet gerektirir.
Semi sıfatıyla duymaları takdir edilenler, çağrıyı duyup baş kulaklarından, ilâhi seslenişi kalp kulaklarına indirler. Bistami Hazretlerinin kabirlerde gördüğü başlar gibi. Semi, semaya delil, döndüler, döndüler, önce taşa toprağa, ardından nebata yürüdü köklerince sonra hayvana, ondan insana, insandan mânaya. Yıldızlar, aylar, güneşler gibi kendi semalarında, kendi şirazelerinde yoldaşlarıyla, hâldaşlarıyla yürümedeler.