Din ayrı mıdır insandan? Ya da İnsan soyutlanabilir mi dinden?
Dini öcü olarak lanse edip yıllardır toplumsal hayattan dışlayarak sekülerizmi bizlere pazarladılar. Din sadece camide kalsın dediler.
Halbuki din toplum hayatının bir düzeni ve nizamıydı. Ki bu nizam yaratıcının kendi isteği yönünde dizayn ediliyordu.
En nihayetinde insan yaratıcının bir parçası değil midir? Nefes O’ndan değil midir? Peki nasıl oluyor da din her alandan soyutlanıyor da ibadethanelere ve belli vakitlere sığdırılmaya çalışılıyor?
Hal böyle olunca toplumsal çöküntüler, ahlaki sıkıntılar ve sorunlar ortaya çıkıyor.
Şiddet artıyor, edep kalkıyor, ahlak bozuluyor, nefsani her dürtü ayyuka çıkıyor. Sonra da tahripler başlıyor.
Hem insani hem toplumsal hem de doğasal tahripler!
Dönüp bakalım bir etrafımıza… Sürekli bir öfke hali, kavgaya dönük insanlar görürüz. Kibir, ego, dünya kendi merkezli döndüren haller görürüz. Şiddetin arttığı ancak şiddet insana, hayvan, bitkiye her şeye!
Sekülerizm dini toplumun dışına atınca işte sonuç bu oldu!
Halbuki din yaşadığımız alemi daha güzel kılmak için indirildi. Bizi safiyete eriştirmek ve özümüze uygun bir hayat sunmaktı amaç! Nefsin şeytani dürtülerinden ruhumuzu korumak ve ruhun hakim olduğu bir nizam inşa etmekti gaye. Sevgi, hoşgörü, alçakgönüllülük, yardımlaşma, paylaşım, kendinden çok başkasını düşünme, değer atfetme, vebal, vefa ve daha bir çok erdemler aşılanıyordu.
Daha doğru bir ifade ile ruhumuzda var olup da perdelenen erdemleri dışa çıkarmamız için bize yardım eli uzatılıyor.
Din sadece ibadethaneye yani şekilsel bir yapıya sığdırılınca hal şekle döndü. Erdem kazanmanın ötesinde yine nefsani beklentilerle ibadet eder hale geçildi.
Din aile, insani ilişkiler, devletlerarası ilişkiler, yönetim, ticari ilişkiler ve daha bir çok alandan çıkınca görüyoruz ki iyiye gitmiyor vaziyet.
Kötülük artıyor ama iyi bir şeyler çıkmıyor. Dini şekilsel olarak dikte etmekle insanlık düzelmiyor ya da dine öcü görmekle aydınlık bir gelecek inşa edilmiyor.
Zombileşmiş bir mahluka dönmek üzere insanlık… Birbirine ve çevreye nasıl zarar verebilirim gibi hayvani dürtülerle hareket eder olduk.
Din adamları ise dini anlatacağım derken erdem aşılamaktan öte diktelerle halden uzak kâlde bir anlatım ve samimiyetle sıcaklığı kendinden uzaklaştırmış sürekli cehennem korkusu salan kafir ilan eden bir kisve giyinerek dini anlattıklarını zannettiler. Halbuki daha da antipati topladılar.
Oysaki Peygamber Efendimiz dini tebliğ ederken bu hale girmemişti hiç. Halimlikle, gönül fethederek haliyle cezbe oluşturdu. Aşk ve muhabbet aşıladı. Sevgi denizine davet etti.
Bugün nasıl olur da dini topluma enjekte ederiz diye düşünür olduk.
Ne yazık ki çözüm apaçık önümüzdeyken yakınmaktan öteye gidemiyoruz.
Niye mi? Çünkü çözüm bize zor geliyor! Nefsimiz ağır basıyor. Mücahadeye ve cehde açık değiliz!
Cennete odaklanmış Allah’a kavuşmayı öldükten sonra köşke huriye bağlıyoruz. Halbuki an’da O seninle. O senin düşüncende! O sende! O her yerde! Her canlıda! Ama bunu tefekkür edip idrak etmekten uzak o kadar maddesel aleme kapıldık ki!
Hala daha din nasıl toplumla bütünleşir diyoruz halbuki bakış açımızı değiştirerek Allah bizde, Allah her yerde, biz nasıl bu idrak edebiliriz diye düşünsek daha iyi olmaz mı?