İnsan kelamı, beşer anlamında ve ilâhi anlamda farklılıkları içeren bir kavram olarak karşımıza çıkar. Her ikisi de inananlarına göre doğrudur. Kimi bilim adamları insan; konuşan ve düşünen canlıdır, demiş. Doğru, insan da özellikle hayvanlar gibi hayat sahibidir ancak onlardan çok gelişmiş bir akıl ve muhakeme yetisi, konuşma sistemleri vardır. Konuşan, düşünen canlı; Ruh’un yüceliğini düşündüğümüzde eksik bir tanımlama olarak kalıyor.
Tasavvuf ehline göre insan olma, bir makamı, kutsiyeti işaret eder. Allah’ın emaneten verdiği, Kendine has esmaları ve sıfatları, Hakiki Öz’ü koruyan zarftır. İçindeki insan olma sırları, Yüce Rabbin İlâhi Nefes’i ise, mektup hükmündedir. Ne muazzam bir nefestir “Huu” mektubu, Hâlik’ten, Mâhluk’a yazılmıştır.
Allah C.C. Ezel Bezmi’nde, lütfedeceği varlığını, Celâl tecellisiyle, Muhammedi Cemâl aynasına yansıtıvermiş; Esmalarını, bazı sıfatlarını, ünsiyet kuracağı, “halifem” dediği dostuna. Ahsen-i Takvim esrarını dokumuş ilmek ilmek aşağıların en aşağısına gönderirken ve “Ben’den uzaktayken, özlediğinde geldiğin yerleri, Cemâlimi, hatırla, ahdini hatırla.”
Mânâ âleminden, bu dünyaya gönderilen insana, beşer elbisesi giydirilmiş daha tohumluğunda. Bir kalp gibi görünen suretinde, kemikler ete büründürülmüş. Altın oranda tüm azaları tamam olmuş. Yine Ahsen-i Takvim sırrıyla Tur’u Sin’inden, zeytinin ve incirin gizemiyle doğuvermiş âlemlere. Mucize bir nefesle, uzaklardaki sevgilisine, özlemle ağlamış; derin bir Hayy nefesiyle mektup okunmaya başlanmış.
İnsan, zarfın üstündeki gönderenin adını, kimliğini görmüş, şaşmış. Kendindeki beden zarfında, her bir azası, Rabbimizin imzasını, nakışlarını taşıyormuş. Kalbi bir Kabz bir Basıt olup atarken, beyni An ve Zaman arası yolculuklarda seyrandaymış. Hayy soluğu, tüm kanını tutuşturup bedeninin en ücra köşelerine oksijeni, besini saniyeler içinde götürüyor, karbondioksiti alıp dışarıya Huu sırrıyla yayıyormuş. Yeşil bitkiler bu soluğa aşık, güneşle meşkte, Rahmanî buyruk tecellide. “İster, isteyerek gelin, ister, istemeyerek.” Her varlık tesbihte. Halk ediliş programlarında ne varsa hepsi razı.
İnsan, beşerliğinden “Oku” emriyle kurtulup gerçek insan olma yolunda gayret edince, kendindeki Öz’ü işitiyor, gözü âlemleri tarıyor, göz yorgun argın kendine dönüyor. Kalbini, yürek olmaktan çıkarıp Allah’ın evi, Kabe yapmaya çalışıyor. Adem
Atamızdan beri hep var olan bu et parçasının kudsiyetini idrak ediyor. Her çarpışında nasıl “Allah” diye zikrettiğini hissediyor. Kabesinin duvarlarını onarıyor. Ademilikten, Cemâle; Muhammediliğe seyran ettiriliyor.”Beytullahtır Kalbin tavaf et”. İnsan sırrına erdirilenlere bu da yetmiyor, Beytü’l Haramında Lâ’dan “İlla” ya ayna tutulanlara, Afaktaki ve Enfüsteki ayetler seyrettiriliyor.
Yere, göğe sığmayan Yüceler yücesi Rabbimiz, Mü’min kulunun niyeti, arayışı, aşkı, gayreti nedeniyle, gönül aynasında, zannına göre tecelli ediveriyor. Şah damarından yakın olan varlığı, kendindeki gerçek “Özü, Hakikati” hâl gözüyle yaşıyor.
Gâh çıkarım gökyüzüne seyreylerim âlemi,
Gâh inerim yeryüzüne seyreyler âlem Beni. (Seyyid Nesimi)