Tasavvuf, Hakk’ın varlığını O’nun ilminden açıklama yapar. Bir’liğini, var eylediğini, yaratılanın O’ndan olduğunu açıklar, öğreticilik sağlar.
İlim O’nun her bir’bir’imizin içine koyduğu bir hikmettir. Bize O’nun verdiği ilim üzerinden bir mülk iddiasında bulunmayalım. İlim O’nundur ve O’nun sırrındadır. Hak’ikatte tasavvuf ehli bu ledün kısmıyla ilgilenir. İçimizdeki hikmeti çıkarmak için ehli tasavvuf gereklidir. İşte bu hikmet hak’ikatine dikkat çekmek için biz derneğimiz isminde tasavvuf’çu’ ekini kullandık ki, insan nefesi var oldukça O’nun ledün manası zuhur edecektir.
Fakat bu zuhur kime-nasıl?
O’nun istediği rıza noktasında yönelene ve O’nun istediği gibi sevene…
İlim sınırsız var’lığından bize akan bir kevserdir. Rabbim bize muhabbet edelim ve konuşalım diye ilim bağışladı. O ilmi korumak da bize farzdır. Muhabbetin sahibine sınır koymazsak bir vakit sonra kibrin ve şöhretin önünü alamayız, alamadığımızda etrafımıza baktığımızda belli olmaktadır.
İlim sahibi mürşid’dir. Hak’ikat’te ilim O’na aittir. Demekki hak’ikat’te tek mürşid Hakk’tır. İlmin tasarrufu O’na mahsussa, mürşidlik sıfatı da O’na mahsustur. Dolayısı ile kişinin kendi kendine veya birinin taç-hırka giydirmesiyle mürşidliğin sıfatı olmaz ve dahi bir hükmü de yoktur. O’nun ilmine vakıf olan hak’ikat’te mürşid’dir. Mürşid olabilmek için O’nun ilmini giyinmek gereklidir.
Bilmediğini bilmek, bilen bir Dost var’lığını bilmek…
Aslında yananlar bilirler. Yanmak bir kuru kâl ile değil, hâl iledir. Yanmadan bu ilim bize hikmetin dilinden gösterilmez.
İlim, akacağı pınarı ve seyir edeceği kanalı bulur. O, dilerse bunu kimse engelleyemez. O’nun verdiği ilim üzerinden bir mülk iddiasında bulunmamak gereklidir. İlim O’nundur ve O’nun yardımcıları yani yakîn eylediği dostlar vasıtasıyla aktarıcılarıyla harfe indirir. Herkes harfi duymaz fakat işitenleri dinlemek gerekli ve aktardıklarını anlayarak derin düşünmelidir. O, ezeli ve edebi olandır.O var’dı. O’nun yokluğu ve varlığı O’ndadır. Bu ilmi sırrı O, dilediği kuluna verir.
O küçükler kıymetlidir. Biliniz ki, ilme baş kesecek ve sır taşıyacak o ehil kulları (İnsan) yetiştirin. Görücü gözleri O’nun kimlere bağışlayacağı ise O’nun tasarrufunda. Siz her gün bir iyilik yapın ve paylaşın
siz onları yetiştirirken takva ölçüsünde en küçük bir sapma olmaması gereklidir. Bağış O’nun hükmündedir, çalışmak bizim gereklidir.
O, o kabiliyeti her şeyin içine koydu. Fakat idrakı insanın içine koydu.
İlim, ‘İnsan’a sunulan bir nimettir. Kişinin boşluk olarak gördüğü uzay, varlık alanına giren tüm zerrelerin hareketlerinin meydana getirdiği bir alandır. Bu boşluk sürekli kendi kendine yeniden doğar. Her zerre daima hareket halindedir. Hiç bir zerre tamamen durma durumuna gelmez. Her şey sürekli bir harekete maruz kalır. Bu hareket kendinden dışarıya doğru sürekli bir dalgalanma yaratır. Kendinden yayılan bu dalgalar evrendeki titreşmenin sebebidir. Biz göremesek de, bu titreşim bir ışık denizidir. Belirli bir anda gerçeğin sadece tek bir yüzünü görürsünüz. Fakat varlık bütün yüzleri içinde barındırır.
Varlık enerjinin kaynağıdır.
insanlar hikmet sahibini neden bilmez? Düşünün!
Balık etrafındaki suyu bilir mi? Gözünün zarını görebilir misin? Her şeyi bilseydik anda yok olurduk. Maddemizden eser kalmaz, parçalara ayrılırdık.
Sen ey genç, bilgin oldukça mütevaziliğinde artsın, ki ilim sana doğru aksın. Kaba olup mütevazi olmazsan Hakk vücud bulmaz, gönlünü boş bırakırsın. İşte bizim dediğimiz tasavvuf-çu genç modeli bu. Gayemiz bu genci yönlendirmek, kime, tabiki kendimize değil, kendisine…
Kibirli kişi ne kadar bilgili olursa olsun, ilim ile bütünleşemez. Bilgi zahiridir, titr bir şey değildir, gurur kaynağı olmamalıdır, bilgine güvenme. İlim O’nun varlığındandır, sırrındadır. O, yüce Allah ki kibri, hele hele manevi kibri hiç sevmez. Kibirli insan ilm-i hakikatin zuhur ettiği ilm-i ledüne erişemez. İşte biz kibrini tamamen yenmiş, O’nun hakiki sevgisine nail olmuş gençleri sevgi muhabbetiyle yani O’nun tevhid Rezzak’lığı ile gıdalanmasını sağlıyoruz.
Aslında herkesin kendine ait hak’ikat’i vardır ve bu hak’ikat herkesin bir’idir. Hak’ikat’ler kitaptan öğrenilmez ama kitaptan olan hakikatler insana yol gösterir. Bugün andığımız o kamil insanlar gibi, ruhaniyetlerine selam olsun.
Örneğin Mısri’nin sözleri kendine mahsustur çünkü onlar kendi ilmi ledününden almışlardır. Yunus’un sözlerine dikkat etmemiz bize yol göstermesi içindir.
Yani;
Düşüncelerimizden gönlümüze inişimizin tarik gösterişidir.
Hakk dostları bizi yüce fikirli eyler, düşüncemizi güzelleştirir. Dergahdaki semahane zikrinin hakiki manası senin düşünce aleminin yüksek seviyeleridir, ilmin seması senin içindedir. Gökyüzü sendedir, miraç senin içindedir. O halde miraç etmek, ilim semasında yükselmiş olmaktır. Gayrı düşünce ufuklarının engin diyarlarında an be an seyir etmektir.
Akıldan öte bir aşk gerektir İnsan’a ve harika Aşk’tan kana kana içerek aşkta erimek, aşkta yok olmak gerek, ki varlık bizde konabileceği bir fakir, gönül bulabilsin ve varlık esirgemez varlığını…
Nerede bir güzellik görürse bir mağrurluk görürse oraya konar. O nedenle gönlümüzü saray eylemeyi bilmek lazımdır. Çünkü herşey bizdeki benden içeridedir.
Kişi hakikatini bulabilmesi için düşüncelerinde Rabbi’ne yönelmelidir. Bu Rabbi mürşididir. Kişi oradan yolculuğa çıkacaktır ve gönüle indiği zaman Hakk’ın tasarrufu yalnız Hakk’ta olduğu için o isterse ilimi ledün kapılarını açar. Kişinin kendisi açamaz. Ancak sevgiden aşka doğru yolculuk ile bu sefer yapılır.
“Ey İnsan, mihrabın içindeyken mızraklarınızın erişeceği helâl lokma olsun. Mızraklarınıza takacağınız etleri helâlınıza sunduk. Fakat siz ifrat ettiniz. O uydurdukları putlar kendilerinden uzaklaştı gitti.
Burada (Amasya’da) zamanında çok aykırı işler yapılmış. Helâl çizgisinden sapmışlar. Amasya tarihinde şehrin zenginleri ifrata kaçmışlar. Ve bu evliyalar (Halvetiler) bunlarla mücadele etmişler. Fakat halkın bazı zümreleri çok sığ, cahil ve kibirliymiş ve bu evliyaları hor görmüşler. Halk zevke düşkünmüş. Sonuçta o ifrata kaçanların hepsi toprakta kaybolmuş. İlah edindikleri putlar da onları kurtaramamış.
Habib-i Karamani diyorki; şeyhim Pir İlyas göçtü. Benimle irtibat kurdu. Pir İlyas’a, Sen ol’dun diyen şeyhim (Seyyid Yahya Şirvani) elime bir taş vererek beni seferi kıldı. Şeyhim ‘Kâdir’ isminin zikrini de telkin eylerdi. Kendisinden sonra ismi kaldırdılar. Ruhanilerle irtibata geçer, âlemleri anlatır, ay’a hayran olurdu. Ibadet ettiği yerin üzeri açık, sema’yı görürdü. Yıldızların hikmetinin içinde olduğunu söyler, hepsinin İnsan’da idrak açtığını söylerdi. Amasya’da geyik boynuzları (boynuzlu söylentiler) ise iftiradır. Leke ve kir Rabbimin katına ulaşmaz. Kir bu dünyada kalır. Kir O’nun temiz dostlarına bulaşmaz.”
Hakk’ın Dost’luğuna, Onun hak’ikat’ten silsileyi dostlarıyla nail olan, hayy’at bulanlardan olalım inşallah!
Allah’ın bir’liğine, O’nun habibinin anlayışı ile emanet olunuz. HŞY