“Bilme, biliş” anlamına gelen ilim kavramı Yunus Emre’de üzerinde önemle durulan bir kavramdır. Zira biliş olmadan hiçbir soru cevaplanamaz. Varlık, hayat, ölüm vb. hiçbir konu açıklık kazanamaz. Ne var ki Yunus Emre, bu kavramı modern zamanlarda olduğu gibi sadece kitabi bilgi olarak ele almaz. Tasavvuf düşüncesi çerçevesinde başlı başına bir bilgi felsefesi ortaya koyar.
Buna göre, insan önce bilgiyi bilmeli, onun mahiyeti, imkânları hakkında malumat sahibi olmalıdır fakat mesele burada bitmemelidir. Bilginin sonraki aşamaları da vardır. Bunlardan ilki insanın “kendini bilmesi”dir. Yani “İnsan kimdir, neden ve niçin yaratılmıştır, diğer varlıklardan farkı nedir?” gibi temel soruların cevaplarına sahip olmalıdır. Eğer bu bilgilere sahip değilse bilmenin bir anlamı yoktur.
Bilgideki bu aşamayı daha sonra “Hakk’ı bilmek” takip eder. Zira biz insan olarak kendiliğimizden var olmadık. Bizi bir var eden var. Bu var edici Allah’tır. Öyleyse kendini bilme bizi Allah’ı bilme noktasına getirmelidir. Bilgi şayet bunu yapamıyorsa öğrenme yolunda atılan adımlar, verilen çaba boşa gidecektir. Yunus bilgiye böyle bir anlam yüklerken “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.” Hadisini referans almaktadır. Yine aynı bağlamdaki “’Nefsini bilen Rabbini bilir.” hadisi de Yunus’un bilgi anlayışını şekillendiren başka bir hadistir. Yani onun bilgi anlayışı İslami kaynaklara göre şekillenmiş bir anlayıştır.
Şüphesiz böyle bir bilgi sadece kitaplardan öğrenilmez. İlim irfanla bütünleşirse ancak tam bir bilgi sahibi olunabilir. O zaman irfan nedir sorusuna cevap vermek lazımdır. İrfan da “bilme, biliş” manalarına gelir ama ondan daha ileri bir anlamı ifade eder. Bu bilinenlerle bir anlayış kazanmaktır. Bunu “Gerçeği anlama hususundaki güçlü seziş yeteneği, görgü ve sezişten gelen ruh uyanıklığı” olarak da düşünebiliriz. Böyle bir yeteneği kazanmak ise kitabi bilgilerin öğrenilmesi, ezberlenmesi suretiyle gerçekleşmez. Burada bir ruh ve gönül eğitimi gerekir. O zaman kişi, bilgiyi sadece zihinsel bir mesele olarak görmez. İşin içine gönül de girer. Mutasavvıflar gönlü bir aynaya benzetirler. Bu ayna parlak ve temiz ise hakikatler orada yansır ve böyle bir kişinin gönlü bilgiyi sadece maddi olarak değil manevî tarafıyla da öğrenme imkânı bulur.
Mesele aslında sadece bilgi depolamak da değildir. Bu bilginin insanı nasıl değiştirip dönüştürdüğü önemlidir. Yani insan bildikleriyle kendini hayat içerisinde konumlandırmalı, kendi şahsiyetini müspet manada inşa etmelidir. İşte bu duruma “olmak”, “olgunlaşmak” denir. Böyle bir bilgi eğitimi ise kişinin kitaplardan tek başına kazanabileceği bir durum değildir. Bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak olan adına mürşit, şeyh de denilen ruh eğitimcileri yapar. Bu tür eğitimin mekânı ise tekkelerdir. Yunus da böyle bir süreçten geçmiş ve Şeyhi Tapduk Emre’nin dergâhında hem maddi ilmi hem de manevi ilim de diyebileceğimiz irfani bilgileri öğrenmiş, kendini bu bilgilere göre inşa etmiştir. Yani başlangıçta kendi ifadesiyle “ham, çiğ” iken burada “pişip olgunlaşmıştır”. Kendisi bu durumu “Taptuk’un tapusunda kul olduk kapusunda/Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah” eklinde belirtmiştir. Bu süreçte en temel motivasyon kaynağı ise aşktır. Çünkü Allah bilinmeyi arzulamış, bu arzu ve aşk kâinâtın yaratılmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Hakk’ın zuhûruna sebep olan ilk sıfattır. Bu yüzen aşk, Hak yoluna giren kimseyi Allah’a eriştiren en kısa yoldur.
Yunus’un bu bilgi anlayışı bugün de ihtiyaç duyulan bir anlayıştır. Zira gözlem ve deneyle ele edilen bilgiler konusunda bir hayli malumata sahibiz. Ama insan kimdir, varlık nedir? Yaratılış ve ölüm nedir? Nasıl bir insan olmalıyız? Gibi temel sorulara bu bilgiler bir cevap verememektedir. Bu yüzden onun bilgiyi, “bilgiyi bilmek, kendini bilmek, Hakk’ı bilmek” şeklindeki sürece göre öğrenmek fakat öğrenmeyi de sadece “bilmek” manasında değil “olmak” manasında ele almak gerekmektedir.