“İçimde vâr olan hakikat mıydı? Yoksa kuru bir gürültüden mi ibaretti yüreğimde kopan fırtınalar? Aradığım devayı hiç bir demde bulamayışımın sebebi gönlümün karalı hâli olabilir miydi?
Sen ki ağğ deli yürek ne derdine deva bulabildin ne demine Hüdâ…”
Kendi kendine konuşuyordu genç adam.
Cem’e ulaşamadan ölüp gitmenin vereceği acıyı düşünüyordu bu genç yaşında. Neden, niye, nasıl demekten ziyade daim kendini sorguluyor; nedenleri aramak yerine daha derinden tutuyordu hakikat yolunu.
“Ben ki koca bir çınar altında yetişen bir deli pehlivan, gücüne güç katan, sırtı çimen görmemiş koca bir pehlivan…”
Heybetinden titretirdi yerleri. Koca Ali geliyor, derlerdi yaşının küçüklüğünü umursamadan. Yaşı küçük, heybeti büyük Koca Ali’nin kendi gibi koca bir yüreği vardı. Çocukluğundan beri inandığı, aradığı bir şey vardı.
İçinde vâr olan gizli bir hazine…
Evet, doğru duydunuz! Koca Ali içinde gizli bir hazine olduğuna inanır ve bir gün onu dışarı çıkarabilecek güce sahip olmayı dilerdi. Çocuk aklı işte. Eğer çok güçlü olup, herkes karşısında kendini savunabilirse, içinde vâr olan hazineye de hükmedebilir ve onun dışarı çıkmasını sağlayabilirdi.
Yıllar geçti…
Koca Ali artık heybeti kadar koca bir adam olmuş, kırklı yaşlarına gelmişti. Ancak içinde ki vârlığa olan inancını hala yitirmemişti. Bir gün ona ulaşacağını biliyordu.
Konuştu:
-Ağğ Koca Ali ahh. Yaş kırk oldu sende hala bir icraat yok. İçimde bir hazine var dedin çocukken hoş gördüler, güldüler, geçtiler. Şimdi koca adam oldun hala aynı tantana vallahi tıktıracaklar bir binaya. Deli diyorlar artık sana. Olsun be. Benim inancım bana yeter. Kim ne derse desin.
Bir ara duraksadıktan sonra devam etti:
-Peki ya güçlerine ne oldu Koca Ali, hani çok güçlü olursan hükmedebilecektin o gizli hazineye hani çıkaracaktın ortaya. Sen güçlendin ancak içindeki senden daha güçlü çıktı. Ne olacak şimdi?
Düşündü Koca Ali. Küçükken ortaya attığı gizli hazinenin zaman ilerledikçe Hakk’ın varlığı olduğunu elbette anlamıştı. Lakin kendinde ki Hakk’a hala ulaşamadığından bu yaşında bile gizli bir hazineden bahsediyordu.
Yine konuştu Koca Ali ancak bu defa heybetinin içinde bir güneş gibi parlayan acziyetiyle seslendi kendinden kendine…
“İnsanın içinde gizli bir hazine idi Allah. Ya nasıl çıkacaktı dışarı? İnsan Hakk’tan bir parça idi, daim Hakk’ı zikre dalan. O halde, içteki gizli hazinenin insanın kendisiyle bir bağlantısı olmalıydı. Zaten Yunus da “Bir ben vardır benden içerü” dememiş miydi? Benden içeri bir ben vardı, evet. İçimde vâr olanın hakikat nazarı olduğuna da bir şüphe yok. Ee ben Hakk nazarıyla vâr olmuş aciz bir kulum, içimde ki ise Hakk’ın hakikat nazarı… Tamam, tamam işte buldum. İçimde vâr olan aslında benden başkası değil. Önemli olan dışı içe döndürebilmek…
Ağğ Koca Ali, ağ be. Yıllarca düşündün durdun. Bir türlü sendeki Sen’in yine Sen olduğunu anlayamadın mı? Ağğ be deli kafam. Yıllarca güreş ettiğim meydanlarda az da olsa kendimle, nefsimle güreşebilseydim, hiç bu hâlde olur muydum? Kapatsınlar beni bir yere vallahi de billahi de kapatsınlar. Arada ki açık nasıl kapanır. Nefs ile cihad nasıl biter? Zaman az iş çok olsa da olsun be yeter ki uğraştı desinler. Hakk ile Hakk olmak için, uğrunda cân verebilmek için, Koca Ali hakikat meydanında güreşti desinler…”