İnsan varoluşuyla beşer, vârlığı ile baştan aşağı Hû’dur. Bu beşeriyet insanı Hû’dan ayrı koymasa da insan, nisyanlığının çukurunda debelenip durur çoğu zaman. Oysa, o beşer olan kendini ne kadar çekerse aradan o demde o kadar görünür Hû Yaradan.
Beşeriyet vasfı, aslında insana bu dünya hayatını devam ettirebilmesi için sunulmuş bir nimettir. Ancak insan, bu nimeti kendi aklınca başka yerlere çekmekte, kendi istediği gibi algılamakta ve o nimete kendince bir yol çizmektedir.
Halbuki nimet, kendi kendine bulacağı yolu nasıl da güzel bilmektedir. O nimet ki seyrine bırakılınca tüm taşlar yerine oturur, müdahaleyi kesince her şey yerli yerini bulur. Ama insan kendince müdahalelerle nimetin seyrini alabildiğine değiştirir ve dönüştürür. Değişip dönüşen nimet hikmetini kaybeder ve dünya hayatı tam bir kaos halini alır.
O halde bırakmalı insan kendini, hayatını ve ona bahşedilen bu hayatın seyrini… Hayat kendi akışında güzel, hayat kendi akışıyla bütün… Sunulan nimet tüm güzellikleriyle ortada, âlem tüm sevgisiyle insanı kucaklamada… Öyle ya her şey bütünüyle güzel, bütünü parçaya bölünce kaybolur gider… Bütün iken dönüştüğün parçada yeniden bütüne kavuş ki sen de kaybolup gitme…
Sıyrıl beşeriyetten, sarıl Hû olan aslına… Dönüş sen de bütün iken parça eden ve yeniden rücu ile bütüne kavuşturan Hû’ya…
Beşeriyetten sıyrılıp masivanın gürültüsüne kulak asmayanlardan olabilmektir niyazımız. Daima vâr olanın hikmeti ve şadan bir hâl ile O’nun Dostu’yla hem-hâl olup baştan ayağa Hû’ya karılalım inşallah… Hû’dan gayrı nem var benim, Hû Hû Hû…